İki sinema bileti
Agâh parmakları arasında duran turnaya dalgınca baktı. Eliza ne zaman provadan sıkılıp yanına otursa bulduğu bir kağıttan turna katlıyordu. Adam önceleri nedenini anlamamışsa da geçen hafta bir gün -bütün her şey yaşanmadan önce- kadın ona eğilip "Bin turna," dediğinde sessizce, anlamıştı. "Yapmaya çalıştığım bu!" Bin turna... Kadın bin turna katlayarak bir dilek kazanmaya çalışıyordu. Dudakları istemsizce kıpırdandı. "Japonya'da gösteriye çıktığımda bir kız çocuğu elime bir turna sıkıştırmıştı." Gözleri sevgiyle kısıldı. O kız çocuğu da Eliza kadar güzel olmalıydı. Kalbi genişledi, parmakları nazikçe turnanın kanatlarını okşadı ve belirgin hatlarında gezindi. "Önce neden verdiğini anlayamamıştım ama sonra... Çok sonra... Mon Dieu!" Parmakları nazikçe saçlarını geriye tarayıp kulağının arkasına sıkıştırdığında gözleri dalgınca avucunda duran turnada gezinmişti. "Kızın bininci turnasıymış, Agâh." Güldü. Gülüşünde bir yaşam çatlayıp büyüdü. "Balerin olmak istiyormuş."
"Oldu mu?" diye sormuştu. "O küçük kız yani..."
"Evet." Başını nezaketle sallamıştı. "Gerçek bir balerin olduğunda onunla dans edeceğime söz verdim." Tekrar turnaya bakmış, belirgin siluetinde parmaklarını gezdirmişti. "Yazın binlerce kişinin önünde dans edecek."
"Onunla..." Hayretle büyümüştü gözleri. "Sahiden dans edeceksin." Kadın gülümseyerek turnayı adama uzattığında huzurlu bir sessizlik olmuştu. "Peki senin dileğin ne?" diye sormuştu. "Bin turna katlıyorsun?"
"Çok belli değil mi?"
Dalgınca bugüne döndü. Deniz provaya gelmişti gelmesine ama harap bir haldeydi. Devrim ortalarda yoktu, Eliza da sözünü dinleyerek bugün gelmemişti. Her şeyin nasıl böyle hızlı dağılabildiğini hala anlayamıyordu. İki yıl önce yaşanılan bir ayrılığın -ki bu ayrılık Eliza'nın yapraklarını kurutmuş, gövdesini kırmış, içini kurutmuştu- hala süren etkisi adamın gergin hissetmesini engelleyemiyordu. Eliza'nın kırılacağını bilmese Deniz'i eşek sudan gelinceye kadar döverdi. Hak ettiği buydu. Elindeki turnayı nazikçe Eliza'nın yerine bıraktı. Deniz bugün oldukça kötü bir oyunculuk sergiliyor olsa da en azından ezberini şaşırmıyordu. Prova sona doğru yaklaşırken adamın arkaya bıraktığı gümüş mataradan bir iki yudum almasıyla kaşları çatıldı. Bugün içtiği bilmem kaçıncı yudumdu. Ama içerkenki hali su içiyormuş gibi değildi. Tam bir şeyler söylemek için dudaklarını aralamıştı ki Devrim'in "Prova bitti," diyen sesiyle sustu. Adamın geldiğini fark etmemişti. Gerisine döndüğünde en arka sırada oturan uzun boylu dostunu fark ederek kaşlarını çattı. Epeydir burada olmalıydı. Oyuncular gitmek için hareketlendiklerinde "Deniz sen bekle!" diye seslendi. "Seninle konuşacaklarımız var."
"Bugün seni çekemeyeceğim abicim." Abartılı bir jestle kafasındaki görünmez şapkayı çıkarıp selam verdi. "İyi günler!"
"Sana ricada bulunmadım." Agâh, Devrim'in bu ses tonunu kullandığına yıllardır şahit olamamıştı. Sıkıntıyla ayaklanarak kostüm odasına gitmek için hareketlendi. "Otur yerine Agâh!"
Tatsızca durup omzunun üzerinden adama ters bir bakış attı. Aralarındaki adaleti sağlamasını istiyorsa Devrim aklını kaçırmış demekti. Tarafsız durabilecek, öfkesini bastırabilecek biri değildi. İtiraz etmek için dudaklarını araladığında Devrim'in "Otur dedim," dediğini işitti. Böylece istemeyerek de olsa kalktığı koltuğa yeniden oturdu. Eliza'nın katladığı turna hala oracıkta duruyordu. Uzanıp önüne çekti ve iki kardeşin konuşmaya başlamasını bekledi. Deniz eşyalarını sahnenin köşesine atarken Devrim birkaç büyük adımla sahnenin önünde bitmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayışığı Grisi
RomanceSevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini feda eden bir kadını ne kadar daha karşılıksız sevebilirsin? Agah sabırla sevdi. Bu hikaye kanatları...