Elizabeth
Annem çok küçükken öldü
Beni öp, sonra doğur beni. - Cemal Süreya
Stüdyonun yanan ışığını gördüğünde Merve Lâl tedirgince kaşlarını çatmıştı. Son grup dağılalı bir saat oluyordu ve İlayda'nın ayrıldığını kendi gözleriyle görmüştü. Eğer dans meraklısı bir manyak stüdyoyu basmamışsa, bu saatte buraya girebilecek tek bir kişi vardı. Sessizce cam kapıya doğru ilerledi. Kısık sesle çalan müziği tam duyamıyordu ama puantların hışırtısı çok netti. Ürkekçe kapıyı aralayarak kıvırcık kafasını içeriye sarkıttı. Eliza üzerinde beyaz tütüsü ve dantelli büstüyle buradaydı. Saçlarını ilk kez sıkıca tepesinde toplu görüyordu. Onu gördüğü günkünden çok daha fazla bir balerine benziyordu. Parmak uçlarında dönerken, savrulurken, elleri nazikçe havada dalgalanırken nefes bile almadan onu izledi. Eliza'nın zarafetine rahatsız edici diyebileceği bir anda değildi ama genç kız kendini onun yanında oğlan çocuğu gibi hissetmişti. Üzerinde ona iki beden büyük bir tişört, bacaklarında kedili bir tayt varken kadınla kendini kıyaslamak pek adaletli değildi. Merve Lâl elbette ki bunu kabul ediyordu ama hiçbir zaman, hiçbir kıyafetle kadın kadar zarif görünemezdi. Bir kere her şeyden önce saçları asla o tokanın içinde uslu bir şekilde durmaz, illa bir yerlerden firar eder ve yüzüne dökülürdü. Tabii bir de parmak ucu meselesi vardı. Derin bir iç çekişle kadının bir papatya gibi eğilmesini izledi. Kadın eğildiğinde stüdyonun içinde incecik bir rüzgar hissettiğine yemin edebilirdi.
Kapıdan içeriye girmeye en sonunda cesaret ederek kapıyı arkasından kapattı ve olduğu yere en yakın banka çöktü. Kadının dans etmeyi yakın zamanda bırakacağını düşünmüştü ama Eliza olduğu yere yığılına kadar durmadan dans ettiğinde bir şeylerin yolunda gitmediğini fark etmişti. Kadının ellerini yere dayayarak ağlamaya başladığını duyduğunda irkilerek kendine geldi. Gitmek için hareketlenmişse de kadını gerisinde böyle yıkık dökük bırakamayacağını biliyordu. Kapının yanına savrulmuş erkek kazağını alarak -ki Agâh'ın parfümünü hemen tanımıştı- Eliza'nın yanına ilerleyip oturdu. Kadının minnettar bakışlarına karşılık tedirgince gülümseyerek kazağı giymesine yardımcı oldu. Eliza'nın ağlaması sürse de sesi kesilmişti.
"Merci beaucoup."
"Rica ederim," diye mırıldandı. Kadının sırılsıklam yüzüne bakarken dans boyunca ağladığını yeni fark ediyordu. "Eliza..." Başını kaldıran genç kadına bakarken kalbi kırıldı. Kadının minicik burnunun ucu kızarmış, nefes alışverişindeki dengesizlik yüzünden göğsü bir körük gibi inip kalkmaya başlamıştı. Harap görünüyordu. Bu harap görünüş, bir şekilde Merve Lâl'in bile zoruna gitmişti. Yine de teselli eden bir sesle "Su ister misin?" diye sordu. "İyi... İyi gelir."
"Gerek yok, Merve Lâl." Cansızca gülümseyerek kızın endişeli yüzüne baktı. Yüzünü kurularken dağılmış halini toparlamak adına saçlarını geriye doğru ittirdi ve parmaklarını göğüs kafesine dayayarak nefesinin düzene girmesini bekledi. Ayağındaki sızıdan yarasının tekrar açıldığını hissedebiliyordu. "Su değil de, ilk yardım çantasını getirebilir misin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayışığı Grisi
RomanceSevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini feda eden bir kadını ne kadar daha karşılıksız sevebilirsin? Agah sabırla sevdi. Bu hikaye kanatları...