Sevmeseydin beni

2.3K 238 26
                                    

Sevmeseydin beni

"Est-ce que tu l'aimes?" (Fr. Onu seviyor musun?) "Non. C'est pas la question!" (Fr. Hayır, soru bu değil.) "Est-ce que tu l'aimais?" (Fr. Onu sevdin mi?) Adamın sessizliğine karşılık hıçkırığını yutmak için dudaklarını sıkıca birbirine bastırarak gözyaşlarını kuruladı. Kalbini söküp atıyorlardı. Adam. Kalbini. Söküp. Atıyordu. "Ciddi bir şey değildi madem," diye mırıldandı. "O zaman neden soruma cevap veremiyorsun Agah?"

"Ne duymak istiyorsun?"

Adamın o yorgun tavrına karşılık gözyaşlarını bir kez daha kurulayarak "Bunu değil," diye mırıldandı. "Neden bu kadar zor?"

"Saçmalıyorsun."

"Belki de..." Adam ona doğru bir adım attığında geri çekildi. Gözleri hayal kırıklıklarıyla doluydu. Eliza taze bir fidanda yeşeren ilk yaprak olsa o an kuruyup dökülürdü. Göğsünde, göğüs kafesinde baharın önünü kesen bir kış, insanın etini ısıran bir ayaz vardı. Eliza'yı kurutuyordu. Kadının nefesinde kar düşüyordu. Acı göğsünü kapkara bir zift gibi kapladı. "Ama ikimiz de öyle olmadığını biliyoruz."

Adam kadının topukları üzerinde dönüp seri adımlarla uzaklaşmasını izlerken uzun zaman sonra ilk kez göğüs kafesinde baş edilmesi güç bir ağırlık hissetti. Onu giderken izlemek... İstediği bu muydu? İki kişilik bir mutsuzluk yaratmak mıydı? Onun dalını kırmak kendi dallarını kurutuyordu. Boğuk bir sesle kadının arkasından "Gidecek misin?" diye seslendi. Kadına doğru bir-iki adım ilerledi. "Benim için savaşan halin bu mu?"

"Senin için neden savaşmalıyım ki?" Kadın altında ezildiği acının kabuğunu kırarak adama döndü. "Neden savaşan hep ben olmak zorundayım?" Adama doğru bir-iki adım da o attı. Ama aralarındaki o sonsuz mesafe bir milim bile kapanmamıştı. Kadın yere düşen cam bir vazodan etrafa saçılan çakıl taşları gibi sokağın her yanına dağıldı. Kendi içinde büyüyen o acıya sıkıca sarıldı. "Ben senin yüzündeki bakışı başka başka yüzlerde de gördüm Agah." Boğazı kurudu. Suya düşen bir taş gibi dibe gömüldü. "Beni sevdiği kadar benden nefret eden ilk kişi sen değilsin."

"Sana geldim!"

"Hayır..." Keder dolu bir alayla başını iki yana sallayarak gözyaşlarını kol yenlerine kuruladı. "Hayır, ben sana geldim!"

"Ve ben peşinden koşmasaydım beni görmeden basıp gidecektin!"

"Çünkü seni iyileştiremem." Dürüsttü. Adamı ve muhtemelen en çok da kendini acıtacağını bilmesine rağmen dürüsttü. Adamı seven her yanı ona iki gündür durmadan gerçeği fısıldıyordu ama Eliza direnmişti. Tanrı biliyordu ya! Kadınla tanıştığı an midesine bir yumruk yemiş gibi hissetmesine rağmen dayanabileceğine, kendini kandırmaya devam edebileceğine inanmıştı. Ama biliyordu. Sorun Riccardo ya da o kadın ya da şu bu değildi. Sorun kendisiydi. Sorun... Sorun Agah'ın asla onu bağışlamayacak olmasıydı. Adamın kalbini kırmıştı. Gerçek buydu ve adam onu asla bağışlamayacaktı. "Anlamıyor musun Agah? Herkesi kandırabiliriz ama birbirimizi kandıramayız: Sen beni bağışlamadın ve bu yaşananların üzerinden bin yıl da geçse bağışlamayacaksın." Gözyaşları yanaklarından süzülüp paltosuna damladı. Midesi bulanıyordu. Yer ayaklarının altından çekilip alınıyordu ve Eliza düşeceğini, belki de çoktan düştüğünü hissedebiliyordu. "Çünkü sen, benim senin yaranı iyileştirmemi istemiyorsun, Agah. Sen, senin için savaşıp parçalandığımı görmek istiyorsun. Benim, senin yolunda yosun tutan bir taş olmamı istiyorsun. Kalbimi kırıp döktükçe iyileşmek istiyorsun." Canı acıyan ilk kadın değildi. Kalbi daha önce de kırılmıştı. Eliza daha önce de onu kırıp döken adamlarla birlikte olmuştu. Hatta Deniz... Deniz onun güvendiği her şeyi yakıp yıkmıştı. Ama ilk kez gerçeği görmek bu kadar canını yakıyordu. Çünkü adamı seviyordu. Ve bir an... Onda açtığı yarayı iyileştirebileceğini sandığı o bir an umut etmişti. Kırılan ilk umudu bu değildi. Ama ilk kez kendini kanatan bir yarası olmuştu. "İlk kez kalbi kırılan bir adam için fazla gaddarsın sevgilim." Adamın itirazına müsaade etmeyerek "Ve özür dilerim; çünkü bu savaştan ikimizin de sağ çıkamayacağını biliyorum," diye mırıldandı. "Ve seni kendimle birlikte bir kafese kapatmıyorum. Ben, benden nefret eden bir adamla bir kez bir kafeste yaşadım. İkimiz de aklımızı kaçırıyorduk." Türkçesi de kadınla birlikte kırılıp döküldü. Baskın Fransız aksanı konuşmanın sonlarını doğru bütün harflerini esir aldı. "Nefretin azalıp da yaraların iyileşmeye yüz tuttuğunda hala senin için savaşmamı istersen..." Gözyaşını son kez kuruladı. "Burada, Paris'te, dans ediyor olacağım." İlerleyip adamın gözyaşıyla ıslanan yanağına küçük bir öpücük bıraktı. Geri çekilip adamın aşık olduğu yüzüne son kez baktı. Bunu iki gün önce onunla ilk yüzleştiklerinde yapmalıydı. Ama cesaret edememişti. Onu öyle çok seviyordu ki ondan aşk dilenmek zorunda kalacağını bilememişti. "Hoşça kal..."

Ayışığı GrisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin