Beni sevmediğini söyle

2.2K 238 15
                                    

Bir damla isimli bölümü okumuş muydunuz?

Beni sevmediğini söyleyebilir misin?

Tedirgince arka sıralardaki koltuğuna otururken kucağındaki çantasına daha sıkı tutunmuştu. Ona çok da yakın olmak istememişti. Adamın onu gördüğünde kalbini oyan, onu değiştiren, kırılmaya hevesli kalbini kıran bir bakışla ona bakmasını istememişti. Sadece... Onu özlemişti. Zamanla, gün be gün, an be an bu özlem onu değiştirmiş, onu bir başkasına, kendine yabancı yeni birine dönüştürmüştü. Kırılan bir koza gibi değil de yaralı bir yüz gibi... Daha güzel, daha iyi, daha mükemmel biri değil de yara bere içinde, taşıdığı yaraları parlayan, yaralarıyla yabancılaşan birine... İşte böylesine yabancı birine dönüştürmüştü. Onu özlüyordu. Ve bu özlemi dindirmek için ona gidemeyeceğini biliyordu. En kötüsü de bu değil miydi? Ona gidemezdi. Onun baktığı yönde olamazdı. Bir kez kesişen yolları bir kez daha kesişemezdi. Onu seviyor olması birkaç ay önce aralarında iz bırakan her yarayı iyileştirebilme gücüne sahipti oysa ki! Bunu bilmek kadını ne çok üzmüştü ama!

"Sizi bir yerden tanıyor..." Ona doğru eğilen kadının gözleri heyecanla büyüdü. "Tanrım! Gerçekten sizsiniz. Eli..."

"Biriyle karıştırıyor olmalısınız, Madam." Boğazını temizleyerek kazağını burnuna kadar çekti. "Eğer izin verirseniz..."

"Anlıyorum." Kadın çantasını karıştırıp bir parça kağıt buldu ve "Küçük torunum size hayran," dedi kısık sesle. Hafifçe Eliza'ya doğru eğilmiş ve sesini mümkün olduğu kadar alçaltmıştı. "Eğer onun için birkaç güzel söz yazabilirseniz..."

Ne zaman yazmıştı ki? Ya da şöyle sormalıydı: Onu tanıyan bir seyirciyle en son ne zaman konuşmuştu? Kadının onu tanıması bir şeyleri değiştirir miydi? Bakışları aceleyle sahneye kaydı. Uyarı amaçlı salonun ışıkları ilk kez kısılıp açılmıştı. Kadının not defterini hızla alıp bir şeyler karaladıktan ve imzasını da attıktan sonra "İyi seyirler," diye mırıldandı. Gözlerini bir an olsun sahneden çekemiyordu. Kadının birkaç minnettar kelimesini seçebilse de oralı olmadı. Oyunun akıp gitmesi, Deniz'i görmek, yarattığı dansı izlemek... Hiçbiri boğazını kavrayan özlemin varlığından değildi. Eliza, Agah'ı özlemişti. Eliza, Agah'ı beklemişti. Devrim'i görmek için uğramamıştı. Oyundan önce onu aramış ve oyun sonrasında görüşüp görüşemeyeceklerini sormuştu. Ona geldiğini söylememişti. Ne ona ne de Merve Lal'e. Kıza onu evinde misafir etmek istediğini söylemişti telefonda yalnızca. Bahanesi bale olunca ikisi de şaşırmamıştı. Ön sıralarda kendine ayrılan boş koltuğa takılan bakışları duyduğu müzikle ansızın yükseldi. Gökyüzü, Agah'ın ayaklarının altında başlıyordu şimdi. Deniz'in sesi bir uğultuda kaybolurken adamın kollarındaki kadını yedi kat yabancı gibi yadırgadı. Onu hala bir başkasıyla düşünemediğini, bu düşüncenin bile kalbini delip geçtiğini, etlerini lime lime ettiğini bilerek sustu. Tuttuğu nefes, adamın attığı her adımla göğe yükselen bulutlar gibi parça parça dağılırken gözlerini hiç kırpmadı. Onu seviyordu. Onu özlüyordu ve bu onu son görüşüydü; biliyordu. Gözünden o farkında olmadan bir damla sızdı. Kalbindeki paslı bıçağı çekmek her yanını kana bulamıştı. Oyun bittiğinde aceleyle ayaklandı ve gözlerini kurulayarak hızlıca dışarı çıktı. Vestiyerden eşyalarını alırken buradan kaçarcasına uzaklaşmazsa adımlarının adamı bulacağını, ona döneceğini ve gidemeyeceğini biliyordu. Montunu omuzlarına geçirerek kapıdan çıktığı gibi aceleyle bir sigara yaktı. Kalabalığın dağılmasını izlerken sigarasından derin bir nefes aldı. Yağmur atıştırmaya başlamıştı. Adamı görmenin her şeyi kolaylaştıracağını sanmış ve yanılmıştı. Agah'ın adımlarının altında bütün gökyüzü ezilmişti.

Ayışığı GrisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin