Kirpik Uçlarında

2.1K 197 11
                                    

"Seni bir kere öpsem ikinin hatırı kalıyordu
İki kere öpeyim desem üçün boynu bükük..." - Cemal Süreya

Kirpik Uçlarında

Agah'a bakarken, onu severken, onu öperken, onun gözlerinde büyüyen sevgiye değerken içimde, kalbimin en içinde bir sızı büyütüyorum. Onu sevmenin güzelliği kaburgalarım arasında çoşkulu bir havai fişek gösterisine dönüşüyor. Her yanımdan aydınlık, her yanımdan ışıl ışıl sevgi taşıyor. Agah... Ellerimi ellerine bırakırken sana öyle güveniyorum ki bir taş gibi boşluğa bıraksan beni yine sana çakılırım. Senin toprağını havalandırır, senin yeryüzündeki ahlat ağaçlarına dadanırım. İçinde kapalı kalan ne yanın varsa göğsüne açtığım yeni pencereden bakmayı öğreteceğim sana. Bir kez kaburgalarını aralama hatasına düştün diye ben senin kaburgandaki ikinci pencere olacağım. Birinci Eliza dönemi bitti. Bu ikincisi.

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

İkinci Eliza; hırslarını, kavgalarını, kırılmış gururunu, acılarını, ona fazla gelen her şeyi gerisinde bıraktı. İkinci Eliza seninle mutlu. İkinci Eliza senin kirpik uçlarında dönüp duracak; kirpiklerinden sana düşecek bir balerin. İkinci Eliza'nın müzik kutusu sensin. İkinci Eliza'nın elleri, gözleri, kalp atışları sensin. Flamingolu şortuna rağmen sensin. İkinci Eliza'nın yarım kalmış cümlelerini tamamlayan sensin. Evet, flamingolu şortuna rağmen.

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

İkinci Eliza'nın yeşerttiği fide sensin. Öyle ki gözlerini gördüğümde, dudak ucuna sıkıştırdığın gülüşünü, kısılan gri gözlerini, kızıl kirpiklerini gördüğümde, on yedi yaşımda döndüğüm o uçurumdan kaçıp da sana ulaşabildiğim için, yolun sonunda sen olduğun için şükrediyorum. O yollara... O acılara... Kalp kırıklarıma, Agah, beni karanlığa çeken, beni kötü biri olmaya iten her şeye rağmen; sen bana böyle baktığında kendimi yeryüzündeki en mutlu insanmışım gibi hissediyorum. Bu nasıl mümkün olabilir değil mi? Ama işte, sen bunu mümkün kılabiliyorsun. Sen benim içimde yeniden şarkılar çaldırabiliyorsun. Sen benim sahne ışıklarımsın. İkinci Eliza yaralarını sırtlanıp senin sevginle cesurca ayağa kalktı. İkinci Eliza senin sesin. Senin gülüşün. İkinci Eliza senin sevgin.

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

"Benimle evlenir misin?" Gülümsemen... Ah, Agah. Bana ne yaptığını bilsen! Cevabım çoktan avuçlarında duruyor. Hissetmiyor musun? Sana akan bir nehir var içimde. "En doğru an bu an değil, biliyorum. Ama..."

"Evet." İçimden taşan sevgiyle uzanıp yanağını seviyorum. Avuçlarımda onun sakallarının tatlı kaşıntısını duyuyorum ama ellerimi ondan çekemiyorum. Agah sana duyduğum sevgiyi anlatabilsem ardına bakmadan kaçardın. Biliyorum. Yanlış adamlarla yanlış zamanlarda binlerce kez yürüdüm. Artık doğru adamı tek bakışta tanıyabiliyorum. Sen doğru adamsın ve bu an kesinlikle doğru an. Çünkü seni seviyorum. Öyle çok seviyorum ki dalgaların dövdüğü o kıyılardan en sonunda kurtulacağım. Agah sen benim denizimdeki rüzgarsın. Hissedemiyor musun? Göğsümden taşan sevgi göğsüne çarpmıyor mu? Ben sana sarıldıkça sevgimin keskin ucu senin göğüs kafesini de delmiyor mu? Benim içimdeki ikinci pencere sensin. Sana her sarıldığımda içime bahar doluyor. Agah sen benim baharımsın. Engellenemez bir şekilde geldiğini, beni bulduğunu göremiyor musun? "Evet, seninle evlenirim."

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

Önce yüzüğü hissediyorum. Sonra sıcacık öpücüğünü. Gecenin bu sessiz karanlığında ben sana sığınıyorum. Diğerlerinin beni nasıl gördüğü önemini yitiriyor. Dinmeyen yalnızlığım sonunda beni terk ediyor. Seni seviyorum. Bir Tanrı'ya aşık olmuş her ölümlü gibi aptal hissediyorum bazen ama Tanrı da olsan artık benden kaçamayacağını biliyorum. Aramızda kırılmaz bir bağ var. Gözyaşlarımı -ki dudakların değene kadar hissetmiyorum- sevgiyle kuruluyorsun. Çok denedim, Agah. Hayata teyellenmiş herkes kadar ürkekçe denedim. Yeniden parmak uçlarıma yükselebilmek için çok kan akıttım. İçimde koca bir enkaz vardı. Kuma gömülmüş her yanımı rüzgarınla açığa çıkardın; içimde var olan gücü yeniden keşfetmemi sağladın. Sen beni bir köleymişim gibi görmedin. Emrine amade kılmaya çalışmadın. Agah sen benim kendim gibi olmama destek verdin. Ellerine bırakılan bir kil değildim senin için. Beni şekillendiren her şeye saygı duydun. Bana saygı duydun. Beni sevdiğin için tutulmadım ben sana; ben sana, bana ve dansıma saygı duyduğun için tutuldum. Bir anlasan. Uzanıp da dokunamadığın için endişelendiğin bütün yaralarımı sardığını, hepsini iyileştirdiğini, her yanımda parmak izin olduğunu bir bilsen endişelerin dinerdi. Ama söylemem yetmez. Anlatmam yetmez. Ellerimi ellerine bırakmam bundan. Benim ellerim senin de ellerin. Kaybolduğun o denizde yelkenlerine çarpan rüzgar benim de rüzgarım.

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

"Seni seviyorum, Eliza."

"Je sais." Yüzüne dökülen saçlarını geriye ittiriyorum. Gözlerinde büyüyen o zehir karası tutkuya kapılıp gitmem an meselesi. Ama bir nefes daha dayanıyorum. "Je t'aime aussi, Agah Bender." (Fr. Biliyorum. Ben de seni seviyorum.)

"Eh bien, je peux t'embrasser maintenant?" (Fr. E, seni şimdi öpebilir miyim?)

"Oui!"

Kahvaltının tatlı telaşı hızla başlıyor. Sevimsiz hemşirem bile gözüme ayrı bir güzel geliyor. İçim içimde değil; dışarıda bir yerde keyfince yuvarlanıyor. Ellerim yaramazca Agah'ın ellerine tutunuyor. Onu sevmek ne kolay! Bir zamanlar imkansızlığına emin olduğum şey aslında nasıl da mümkün oluveriyor; sanki yeryüzüne düşen ilk irice kar tanesi gibi insanın içine tatlı bir ürperti, yüzüne deli dolu bir gülüş yayıyor. Onu seviyorum. Biliyorum ki o da beni seviyor. Sevmenin insanın içini karıncalandıran güzelliğine kapılıp fazla sevgiden mayışmış bir çocuk gibi ona sığınıyorum. Dönüp dönüp onu buluyorum. Yüzümde şapşal bir gülümsemeyle sık sık siyah incili yüzüğüme bakıyorum. Yüzük umurumda mı? Hiç değil! Onun varlığından taşan o sıcacık sevgiyi hatırlamak için dönüp dönüp ona bakıyorum. Ah, Agah!

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

İkinci Eliza'yı şapşal bir kadına çevirdin. Artık biliyorum: Senden başka hiç kimse beni böylesine umut vererek sevmeyecek, baharı getirircesine gülümsetmeyecek. Çünkü sen, İkinci Eliza döneminin yükselen kahramanısın. Süper güçlerin saymakla bitmez. Artık otuz yaşındasın. Sana sorsam hala dünkü çocuk. İçinde rengarenk bir lunapark kurulu. Özel ilgin: İkincisi Eliza'yı da birincisi kadar çok, hatta daha çok, sevmek. Öyle ki ondan hiç var olmamış bir baharı var etmek. Agah Bender: Koca yürekli süper kahraman.

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

Kahvaltı huzurlu bir sessizlikle geçip gidiyor. Beni koltuğa bırakıp tatlı bir tembellikle piyanonun başına oturuyorsun. Yaralı bileğimin ağrısı hafifliyor. İkinci Eliza'nın bütün ağrıları ilkinden kalma. Seni izliyorum. Seni dinliyorum. Ve Agah, ilk kez seni görüyormuş gibi içimde aydınlık pencereler açıyorum. Bütün o kasvet dağılıyor. Sıcağında mayışıyorum. Seni izlemek bütün yalnızlığımı alıp götürüyor. İçimde İstanbul'dan kalma bir lodos esiyor. Ve seni seviyorum. İçeriye dolan güneş kızıl kirpiklerini iyice görünmez kılıyor. Kirpiklerinin görünmez olmasını seviyorum. Saçlarının rengi açılıyor. Saçlarının olduğundan daha kumral görünmesini seviyorum. Dudağının kıyısında bütün Yunan tanrılarını kıskandıracak bir gülümseme kıvrılıyor. Gülümseni seviyorum. Piyano çalarkenki ciddiyetin, hafifçe kaş çatmanla birlikte sana dair her şeyi bir araya getiriyor. Hafifçe çattığın kaşlarının arasındaki o derin çizgiyi seviyorum. Dünyanın en güzel tablosuna izler gibi izliyorum seni. Kalbim gürültüyle göğüs kafesimi dövüyor. Beni sevdiğini hatırlamak içimi endişeyle dolduruyor. Çocukça, hatta budalaca, bir endişeyle seni bir süre daha izliyorum. İkinci Eliza senin avuçlarına sığar, Agah. Lütfen beni sev.

Beni sev. Beni sev. Beni sev.

Çünkü ben seni seviyorum.

Not: Uzun bir aranın ardından ilk bölümün bu kadar kısa olması üzücü biliyorum. Ama Eliza'dan kısacık bir parça getirdim size.
Sevgilerimle,
CansuU.

Ayışığı GrisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin