Ellerin ve gözlerin

4.6K 384 56
                                    

Agâh kaşlarını dalgınca çatmış, sahnenin ortasında oturan ve dahası oturduğu yerden direktifler yağdıran kadını izliyordu. Pes etmek, yorulmak, işten kaytarmak nedir bilmez miydi bu kadın? Demek ki bilmiyordu. Aksi halde ayağı sargılı bir şekilde buraya gelip, provayı takip etmeye başlamazdı. Devrim'in bezgince kadına seslenmesiyle Eliza yüzüne dökülen tutamı topuzuna sıkıştırarak Fransızca yanıt verdi. Onu izlemek, onu iş yaparken, konuşurken, itiraz ederken izlemek... Ellerini, ellerini ve gözlerini hareket ettirdiği her anın tadını çıkarmak adam için vazgeçilmesi zor yeni bir alışkanlıktı. Ellerini ceplerine sokarak sahneye doğru yaklaştı. Devrim kadına eve gidip dinlenmesini böylece daha hızlı iyileşeceğini anlatmaya çalıştıkça, Eliza bunun yalnızca bahane olduğunu söylüyordu. Kalkıp dans etmediğini, yalnızca direktif verdiği, provaların bitmesine az kaldığını, ilk gösterimin çok yaklaştığını sürekli ama sürekli tekrar ediyordu.

"Sen olmazsan kimse ölmez Eliza." Deniz'in cümlesiyle sahne bir an için buz kesti. "Herkes görevini biliyor."

"Ben de şarkı sözlerini ezbere biliyorum." Adam dün gece sabaha karşı gelmiş olmalıydı. Aksi halde Eliza adamın geldiğini duyardı. Aslında, kadın içten içe adamın eve hiç gelmediğini biliyordu, biliyordu ama kabullenmesi için biraz zamana ihtiyaç duyuyordu. Eliza kızıp kızmaması gerektiğini bilemese de, kırgın olduğu gerçeğini gizleyemiyordu. "Bu şarkı söyleyebildiğimi göstermez."

"Burada profesyonel sanatçılardan bahsediyoruz."

"Profesyonel dansçılardan değil ama..." İlgisizce omuz silkerek suyundan bir yudum aldı. "Senin için basit olan bir figür, onlar için sandığın kadar basit değil."

"Benim için de yeterince basit değil." Acımasızca, tıpkı bir yılan gibi genç kadını soktu: "Sayende."

Eliza bir an hayal kırıklığı ile soluklandı. Sanki cam parçaları göğüs kafesini delip sahneye dağılmış gibi bir sessizlik oldu. Kadının gözleri dolarken, titreyen kirpikleri gürültüsüzce bir araya gelerek koyulaşan kahvelerini sakladı. Adamı tanımakta öyle güçlük çekiyordu ki bazen, bu lafa karşılık verebileceği bir cevabı kalmıyordu. Dudaklarına darmadağınık bir gülümseme dağılırken Devrim "Bu kadar yeter," diye araya girdi. "Yarım saat ara!" Hareketlenen Deniz'e "Yerinde kal!" diye seslendi. "Sen, ben ve Eliza bir ebeveyn konuşması yapacağız."

Herkes salondan çıkınca Agâh öfkesini saklama gereği duymaksızın yanlarına yaklaştı ve Deniz'in ter içindeki tişörtünün yakasını kavrayarak tısladı: "Eliza'ya saldırmaktan vazgeç!"

Deniz alayla başını iki yana sallarken "Sevgilimle nasıl konuşacağımı sana soracak değilim," diye fısıldadı. "Bu bizim ilişkimiz."

"Bu da benim sahnem!" Dişlerini gıcırdattı ve öfkeyle devam etti: "Seni sorun çıkar diye kadroya almadık."

"Agâh..."

Eliza öyle sakin bir sesle araya girmişti ki, bütün başlar genç kadına döndü. Devrim, kadının mayasında olan nezaketi seçebiliyordu. Aksi halde çoktan Deniz'e hak ettiği cevabı verirdi. Aksi halde çoktan Deniz'i terk edip giderdi. Suçluluktan öte bir sevgi, bir bağ vardı kadın ile Deniz arasında. Eliza'nın tutup, sımsıkı kavradığı şey, Eliza'nın sığındığı şey, şüphesiz buydu: Dostlukları. Agâh'ın ellerini kardeşinin yakasından çekerken "Sakin ol," diye mırıldandı. "Konuşarak halledebiliriz."

"Biz halledebiliriz." Eliza'nın titreyen sesiyle ikisi de sustu. "Konuşması gereken biziz; Deniz ve ben. Siz bu..." Doğru kelimeyi bilse de kullanmaktan kaçınarak "Bu şeye," diye mırıldandı. "Yeterince maruz kaldınız. Bu bizim çözmemiz gereken bir sorun." Deniz'e dönerek sakin bir sesle devam etti: "Çok zaman önce çözmeliydik."

Ayışığı GrisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin