En Uzun Gecenin Rüyası

2.3K 241 17
                                    

Bir önceki bölümün ismi yukarıdaki sahneden geliyor. Normalde bölüm isimlerini neden koyduğumu pek açıklamam biliyorsunuz ki... Ama bu sahne benim Thomas Shelby karakterine aşık olma sebebim. Ve Agâh'ı düşündüğümde ilk bu sahne geliyor aklıma: "Already Broken" Sadece o da değil, geçmişten gelen güzeller güzeli Veronica da öyle çünkü. İkisi de "Çoktan Kırıldı."

Not: "Çoktan Kırıldı"isimli bölümü okumuş muydunuz?

En uzun gecenin rüyası

Agâh boğaz kuruluğu ve şiddetli bir baş ağrısıyla uyandığında saat gece yarısını epey geçmiş, neredeyse gün doğumuna gelmişti. Nerede olduğunu anlamak için başını çevirdiğinde hiç tanımadığı eşyalarla, bordo koltuklarla ve üst üste yığılmış dağınık bir kitaplıkla karşılaşmıştı. Yanındaki sehpadaki bir bardak suyun üzerine 'iç' yazılı bir post-it yapıştırılmış, yanına da bir tane ilaç bırakılmıştı. Acıyan gözlerini ovuşturarak doğruldu ve sudan bir yudum alıp ilacı içtiğinde duvara yaslanmış resimleri fark etti. Birkaç kopuk anı gözleri önünde belirdi. Veronica'yı izlemeye gitmiş, kadını öpmüştü. Suratını ağrıyla ve sancıyla buruşturdu. Güzeller güzeli Veronica... Neden ona gelmişti ki? Onu yarı yolda bırakıp toz olup gittiğinde kadının ne kadar dağıldığını hatırlamıyor muydu? Acı keskin bir bıçak gibi göğsünden içeri girerken elindeki bardağı eğip nazikçe kadının harflerine dokundu. Çünkü eşekten düşen bir eşek olarak onu kadından başka kimsenin anlayamayacağını düşünmüştü. Çok içen her aptal gibi yanlış adreste, yanlış kişiyle uyanmıştı. Kendi kırdığı, kendi dağıttığı kadına gelmesi kaderinden çok aptallığıydı. Veronica... Bunca yıl sonra yeni yeni toparlanıyordu. Sahneye çıkmayı bıraktığı o süre zarfında bile ona gelmemişken şimdi gelmesi... Onu terk edip gitmişti. Eliza'nın onu terk edip gitmesi gibi üstelik... Yarı yolda ve yalnız bırakmıştı. Hep annesinin oğlu olduğunu sanmıştı ama şimdi bu kanepeden dönüp de geçmişe baktığında babasının oğlu olduğunu görebiliyordu. Aynı aptallıktı işte... Aynı yanlıştı. Aynı... Aynı acı ve ağrıydı. 

Ayaklandı. Elindeki su bardağını sehpaya bırakıp kapının yanında yığılı duran resimlere bakmak için eğildi. Pek çoğunu kadınla birlikte yapmışlardı. Renklerini, odaya dolan boya kokusunu, kadının başına bağladığı renkli bandanaları hatırladı. Veronica'nın en çok gülümsemesine hayran kalmıştı. Dansına. Savurduğu saçlarına... Adımları adımlarını takip eden küçücük ayaklarına. Bulduğu resimle boğazı düğümlenerek durdu. Bu yeniydi. Resmi diğerlerinin arasından çekip çıkardı ve iki eliyle sıkıca kavrayıp göz hizasına kadar kaldırdı. İlk bakışta birbirine dolanan beyaz ve siyah birer kuğuyu andıran resimde dikkatle bakınca iki balerin görünüyordu. Acının ve ağrının resmiydi bu. Öfkeyle resmi kırıp parçalamak, tozunu bile bırakmamak istiyordu. Parmakları öfkeyle kasılırken "Aptallık," diye mırıldandı. "Bu yaptığım... Buraya gelişim... Veronica'yı yeniden dağıtmam... Hepsi aptallık..." Sayıklayarak elleri arasındaki tabloyla az evvel kalktığı kanepeye çökercesine oturdu. "Veronica beni iyileştirmiyor," dedi sessizce. "Ben onu hasta ediyorum." Resmi sehpaya gelişi güzel bırakarak yüzünü ovuşturdu tekrar. Kendini kendi içinden çıkarıp atabilmek için her şeyi verirdi. Her şeyi.

Koridordaki ışığın yandığını fark ettiğinde alkolden ve uykusuzluktan kızaran gözlerini kaldırıp o yana baktı. Veronica beyaz sabahlığının kuşağını bağlarken bal rengi olduğunu ezbere bildiği gözlerini kendisine çevirmiş, dalgınca onu izlemeye başlamıştı. Bakışlarının sehpadaki resme kaydığını gördüğünde ona yaptığı şey için de kendini affetmeyeceğini anladı. Nasıl ona gelirdi? O kadar kapı varken... O kadar insan... Annesi varken... Devrim varken... Nasıl bir çatıdan attığı ve düşmesini izlediği tek kadına gelirdi. Bu ona yaptığı en büyük vahşilikti. Üstelik de bir başka kadını severken...

Ayışığı GrisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin