Durma! Gözlerine düşelim
Eliza dalgınca küçük balkonundan İstanbul'u izliyordu. İçinde garip, buruk bir his vardı. Bu yeni evi, bu yeni odayı, bu yeni manzarayı sevmişti. Ama burada kalmaya, uzun süre kalmaya en azından, niyeti yoktu. Şehrin gürültüsünü, renklerini, insanlarını sevmediğinden değil de... Artık özgür olduğu için koca bir şehre hapsedemezdi kendini. Gitmesi gerekecekti. Oyun birkaç kez sahnelendikten, oyun için yeterince reklam yapıldıktan, yerine bir başkasını bıraktıktan sonra eski kariyerine geri dönecekti. Ivan'ın yanına değil... Onun yanına gitmek istemediğinden emindi. Adam silik bir anı gibi, sönmek üzere olan zavallı bir köz gibi orada durmaya devam etse de Eliza onunla artık bir araya gelemeyeceğini biliyordu. Adını seslenen kıza dönerken nemlenen gözlerini telaşsızca kuruladı. Eskisi kadar sık ağlamıyordu; garip bir şekilde iyileştiğini hissediyordu. Yaşamın hızına yetişen bir iyileşme değilse bile artık eskisi kadar yaralı ve esrik değildi. Agâh'ın bilinmezliğinin ve sevgisinin getirdiği o taze baharın da içine çiçekler çağırdığını itiraf etmekten korkuyordu ama bir yandan da bundan kaçamayacağını biliyordu.
"Yine mi balkondasın?"
"Burası bana iyi geliyor."
"Biliyorum," diye mırıldandı. "Bu manzara..." Galata kulesinin narin silüetine bakarak iç çekti. "Kime iyi gelmez ki?"
"İşteki ilk günün nasıldı?"
"İşteki bir ilk gün ne kadar iyi olabilirse o kadar iyi." Omuz silkerek kıvırcık saçlarına parmağını dolayıp çekti. Böylece dalgası gerginliğinden kurtulan bir akordeon gibi açılıp nefes almıştı. "Deniz ile provalar nasıl?"
"Tahammül edilemeyecek gibi değil."
"Haftaya prömiyer var?" Kızın sorusunu nazikçe başını sallayarak yanıtlamıştı. "İngilizce de oynayacak mısınız?"
"Evet, elbette." Bileğindeki siyah tokayla saçlarını aceleyle topuz yaparak balkon demirlerine ayağını uzatarak esnedi. Gerçekler ortaya çıktığından beridir daha çok prova yapıyordu. Sanki paslanan bir saatin olanca gücüyle zamana yetişmeye çalışmasını izliyordu, Merve Lâl. Ve bundan garip bir haz alıyordu. "Cuma-Cumartesi olacak. Geleceksin değil mi?"
"İkisine de geleceğim hem de!" Kadının diğer bacağını da esnetmesini izlerken hasır salıncağa oturarak bağdaş kurdu. Onu ilk gördüğü andaki düşünceleri hiç değişmemişti: Asla onun kadar zarif olamayacaktı. "Devrim yerimi ayırdığını söyledi."
"Ah," imalı bir gülümseme dudaklarında kıvrıldı. "Ne kadar da düşünceli!"
Merve Lâl'in utangaç bakışları aceleyle kadından kaçarak Galata Kulesine yönelmişti. Devrim gibi bir adam ona mı kalırdı? Geldiği birkaç provada diğer oyuncuların ona nasıl baktığını görmüştü. Ayran budalaları, diye hırladı. Elbette ki içinden hırlamıştı. Adamı kıskanıyor değildi ama işte... Adam o buz mavisi gözlerini bir başkasına dikip gülümsediğinde içinde bir burukluk hissediyordu. Eliza'nın dikkatli bakışlarının kıskacından kurtulmak adına "Çay?" diye mırıldandı. "Çay demlememi ister misin?" Kadının cevap vermesini beklemeden hızla ayağa fırlayıp gözden kaybolsa da Eliza'nın "Çay," diye bağırdığını işitti. "Hararetimizi alır değil mi?" O kırık aksanı Merve Lâl'i mümkünmüş gibi daha da utandırmıştı.
Eliza temel bale adımlarını yaparken çalan kapıyla dudaklarındaki sırıtma gülümsemeye dönüştü. Kızın 'bakıyorum' diye seslendiğini, acele acele kapıya koştuğunu duysa da esnemesine ara vermedi. Parmak uçlarına yükselerek birkaç adım attıktan sonra balkonun tam ortasına ilerleyerek tam bir fouette'i tamamladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayışığı Grisi
RomanceSevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini feda eden bir kadını ne kadar daha karşılıksız sevebilirsin? Agah sabırla sevdi. Bu hikaye kanatları...