Agâh kaşlarını çatarak, her şey mükemmelmiş de tek sorun birkaç oyuncunun eksikliğiymişçesine oyuncu seçmelerine devam eden Devrim'e ters bir bakış attı. Bu adamın kafası mı durmuştu sahi? Bunlar hep fazla içmekten. Eliza'ya Deniz ile olan fikrini anlatmasının üzerinden -ki kadın kahkahalarla gülmüştü- neredeyse on gün geçmişti. İkisi de teklifi kabul etmediği halde, Devrim'e Deniz meselesinden bahsetmeyi bilinçli bir tercihle ertelemişse de, adamın oyuncu seçmelerine devam etmekteki ısrarını anlamıyordu. Hala bir koreografları yoktu, üstelik bulmaya da çalışmıyorlardı. Adam kendinden öyle emindi ki, gevrek gevrek gülerek Agâh'a 'sabretmesini' söylediğinde, neredeyse Devrim'in suratını dağıtacaktı.
"Sence nasıldı?"
Omuz silkerek gözlerini devirdi: "Soruyor musun?"
Devrim sigarasını dudaklarına götürürken çapkınca sırıttı: "Güzel kız."
"Ne yazık ki mankenlik ajansı işletmiyoruz."
"Negatif enerjinle bizi öldürdün kardeşim." Gözlerini devirerek homurdandı ve ceplerini yoklayarak çakmağını bulup çıkardı. "Neşelen biraz!"
Agâh ensesini kaşıyarak adama aksi bakışlar atmayı sürdürdü. Bir yandan da deri montunun ceplerini yoklayarak sigarasını bulmaya çalışıyordu. "Eğer penguen dansından başka dans biliyorsan," diye homurdandı. Son günlerde oldukça gergindi. Eliza'yı görememenin, onunla konuşamamanın, onu dans ederken izleyememenin gerginliğini atamıyordu. Kadını görmek istiyordu. Kadına dokunmak, kadınla konuşmak, kadına hayran kalmak istiyordu. Hiçbirini yapamayacağının farkında olarak ilgisizce cümlesini sürdürdü: "Neşelenebilirim." Adamın sessizliğini koruması üzerine sigarasını dudaklarına yerleştirip adamın elindeki çakmağı kaptı. Sigarayı dudakları arasına sıkıştırıp, üşüyen ellerini -Devrim'in ne zamandır çarpmaya çalıştığı çakmağını bırakmadan- cebine soktu. Dostunun umursamazlığı karşısında başını olumsuzca iki yana sallayarak "Bu oyuncular nasıl dans edecek Devrim?" diye sordu. "Malum Eliza teklifini kabul etmedi."
"Edecek."
"Bir hafta sonra provalar başlıyor."
Ellerini ensesinde bağlayarak yerinde kaykıldı. Bakışları boşalmış sahneyi dolanırken "Edecek," diye yineledi. Kadınla konuşmuştu. İstemiyorsa da, en azından oyunu bir kez okumasını istemişti. Yetmemiş, ona içinde oyun müziklerinin olduğu bir müzikçalar yollamıştı. Oyunun şu anda kadının kafasında döndüğünü, onu rahatsız ettiğini, dans etmeye kalkıştığı her seferde oyuna yeni bir dans figürü eklediğini tahmin edebiliyordu. Eliza tanıdığı en hırslı kadındı -ki pek çok hırslı insan tanımıştı. Yine de hiçbiri onun tırnağı edemezdi, hiçbiri onun kadar kendini adayamaz, onun kadar yıpranamazdı. Savaştığına tanık olmuştu, pes ettiğineyse asla! Eliza pes etmezdi. Eliza vazgeçip, köşesine çekilmezdi. Bütün o aksilikleri, bütün o budala sözleri, sahne arkası savaşları, küfürleri, hakaretleri, onu aşağılamaya çalışan yönetmenleri, ona zarar veren eski sevgililerini yenmişti kadın. Çünkü yaradılışında, kadının mayasında, dansın yanı sıra azim vardı. Onu rahatsız eden, önüne geçemediği düşünceleri savuşturmak için daha fazla dans ederdi. Eliza şimdi her dans ettiğinde bu oyuna kapılıyordu. Biliyordu. Kadını tanıyordu. Adamın cebindeki elini tutup çıkardıktan sonra cebini yoklayıp çakmağını buldu ve kaşlarını ince bir alayla havalandırdı: "Sana yâr edeceğimi sanmadın değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayışığı Grisi
RomanceSevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini feda eden bir kadını ne kadar daha karşılıksız sevebilirsin? Agah sabırla sevdi. Bu hikaye kanatları...