İnsan zamanla her şeye alışıyor mu?

1.6K 160 6
                                    

İnsan zamanla her şeye alışıyor mu?

"Babana biri Jahan yazmış." Agah homurtularla Facebook'u kapatıp kadına döndü. "Diğeri de Cihan..."

"Facebook'ta gezmek için çok genç değil misin sevgilim?"

Nazikçe omuz silkip elindeki derginin sayfasını değiştirdi. Sağ alt köşedeki yazı dikkatini çekince dergiyi arkasına doğru kıvırıp kahvesine uzandı. Bu sezonun en popüler tiyatro oyunlarıyla ilgili... Elindeki dergi beklemediği bir anda çekilip alınınca tatsızca kaşlarını çattı. Agah dergiyi kapatıp sehpanın üzerine savurdu ve çocukça bir kızgınlıkla "Jahan mı Cihan mı?" diye sordu. "Evren'e ne oldu?"

"Babamın adı Jahan..." Dergiye yeniden uzanacaktı ki Agah elini yakalayıp kucağına koydu. "Pekala, meraklı yumurta... Babamlar Tebriz'den Türkiye'ye göç ettiklerinde Jahan, Cihan olmuş." Kahvesinden büyük bir yudum alarak devam etmesini bekleyen adama döndü. "Babam Cihan'ı Jahan kadar sevmeyince de Türkçesi olan Evren'i tercih etmiş. Ama büyük babam ölene kadar babama Jahan dedi. Onun için babam ne Cihan ne de Evren'di."

"Devrim babana Evren diyor."

"Annem de Jahan diyor." Adamın karışan bakışlarıyla gülümsedi. Uzanıp adamın yanağına küçük bir öpücük kondurduktan sonra "Sen nasıl seslenmek istiyorsan öyle seslen," dedi sevimlice. "Babam hepsine cevap verir."

"Jahan-Cihan-Evren..." Dalgınca başını sol omzuna yatırdı. "Göçmen olmak çok zor değil mi? Adın da seninle savrulup gidiyor." Kadının elinden az evvel çekip aldığı dergiyi sehpanın üzerinden alarak kadına uzattı. Burada kaldığı şu kısacık sürede bile İstanbul'u ne kadar özlediğini fark etti. Sıcak simit kokusunu, Moda sahilde yürümeyi, fazla demlenmekten acımaya başlayan çayları, martı seslerini ve yosun kokusunu... Acaba Jahan Bey, Paris'i Tebriz kadar sevmiş miydi? Yoksa rüyalarında hala Tebriz'in sokaklarında mı oynuyordu? Ya Jahanken Evren olmayı kabullenebilmiş miydi? Göçmen olmanın ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemiyordu. Bakışları Eliza'yı buldu. Onun her daim göçmen olduğunu fark etti. Şehirlere değil, insanlara ve işine bağlıydı kadın. Bu da göçebeliğin bir çeşidi değil miydi? Onu telefonun bir ucunda ağlatan şey sevdiklerine duyduğu özlemin ta kendisiydi. Onu kıran ve canını yakan şey, tam olarak buydu. Ve Agah bu duyguyla yüzleşmeye ve kimliğini zamanla yitirip bir 'göçmen' olmayı kabullenmeye çalışıyordu. Dalgınca zihnine doluşan düşünceleri silkeledi. "Annen babana göre daha şanslı."

Eliza dergiyi karıştırıp az evvel ki yazıyı buldu. Kahvesinden küçük bir yudum alıp "Çocukları daha iyi şartlarda yaşasın diye savaşan bir adamın kızıyım," diye mırıldandı. "Şu hayatta gurur duyduğum şeylerin başında bu geliyor."

"Baban rüyasında Tebriz'i görüyor mudur?"

Eliza sorunun ilginçliği karşında hayretle bakışlarını adama kaldırdı. Onun kendiyle verdiği bu mücadeleyi tek bir bakışta tanımıştı. Dağılan yüz ifadesini toplarken dudaklarına incecik, zarif bir gülümseme yaydı: "Söylediğine göre..." Parmakları kuşe kağıt üzerinde dolaştı. "Her sabah Tebriz'deki bahçelerinde uyanıyormuş."

"Bunca yıl geçmesine rağmen?"

"Her şeye rağmen." Adamın dalgın grilerini yakaladı ve onun çocuk gözlerinde bir bahçeye duyduğu özlemi gördü. Agah'ın nasıl da endişelendiğinin farkındaydı. Uzanıp onu teselli etmek ve kararından vazgeçmesi için hala zamanı olduğunu söylemek istedi. Söylemedi. Bunu yaparsa onun cesaretini kıracağını, kendisi için attığı bu kocaman adımın değerini yitireceğini anladı ve sustu. "Biliyor musun?" Sesi bir sır verircesine kısıldı. "Ben de her sabah Paris'teki yatağımda, annemin köşedeki patisserieden aldığı sıcak kruvasanların kokusuyla uyanıyorum." Adamın anlayışlı gülümsemesine karşılık "İnsan evini terk edemiyor, Agah," yanıtını verdi. "Evini de alıp göç ediyor."

Ayışığı GrisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin