Eliza "Çözüp durma," diye homurdandı. "Gittiğimiz yer düğün salonlarına benzemez."
Agâh hırıltıya benzer bir kahkahayla ay ışığı grisi gözlerini kadına çevirdi. "Düğün olsaydı en azından eğlenirdik," diye yanıtladı. "Gittiğimiz yerse şaklabanlarla dolu!"
Eliza yüzüne dökülen saçlarını kulak ardı yaparak tatsızca homurdandı. Üzerinde ipekten siyah bir elbise vardı. Cesur dekoltesini zarif bir kolyeyle -ki kolyenin ne kadar pahalı olduğunu anlamak için uzman olmaya gerek yoktu- gizlemeyi başarmıştı. Sabrının sonlarına gelmeye başladığı seğiren sağ gözünden anlaşılabiliyordu. Yani en azından Agâh bunu anlayabilecek kadar dikkatli bakıyordu kadına. Saçlarını basit bir topuz yapmış, makyajını olabildiğince sade tutmuştu. Yine de parlıyordu. Yine de Agâh'ın gözlerini kamaştırmaya yetecek kadar çok parlıyordu. Koyulaşmış gözlerini ona dikerken çocuksu kızgınlığına gülmemek için kendini tuttu.
"Onlar sanat camiasının sözü geçen insanları."
"Ve?" Kadının söylediklerin karşılık alayla kaşlarını havalandırdı: "Onlar olmadan bunca zaman idare ettik."
Eliza "İdare ettiniz," diye vurguladı. "Bu adamlar size çok daha fazlasını sağlayabilirler." Adamın itiraz etmek için atılacağını fark ederek adamın elinde çevirip durduğu kravatı çekip aldı. "Mon Dieu!" Adamın yakalarını sabırla kaldırırken tıpkı küçük bir çocuğa anlatır gibi tane tane konuştu: "Onların köşelerinde adı geçince sevinçten ağlayan onlarca kişi tanıdım, Agâh BENDER." Adamın dikkatle kendini izlediğinin farkında değildi. Büyük bir özenle adamın üç kez bağlayıp çözdüğü kravatıyla ilgileniyordu. "Buraya, Türkiye'ye, ricamı kırmayıp geldiler. Bunun ne kadar önemli bir şey olduğunu anlamıyor musun?"
"Anladığım söylenemez." Bakışları kadının dudaklarına kayarken "Anlatmak ister misin?" diye mırıldandı.
"Oyununuz bütün dünyada isim yapabilir." Eliza adamın yakalarını indirirken bakışlarını kaldırdığında adamın dudaklarında olan bakışlarını fark ederek dondu. Onda insana nefes aldıran bir şey vardı. Ve kuşkusuz insanın nefesini kesen. Kuruyan dudaklarını ıslatarak geriye çekildi ve sırtını koltuğa dayayarak konuşmasını sürdürdü: "Dünyanın her yerinden sizi izlemeye gelebilirler."
Devrim camdan çektiği gözlerini kadına çevirirken "Türkçe oynuyoruz," diye araya girdi. "Farkındasın değil mi?"
"İyi olduğunuzun farkında olduğum kadar." Omuz silkerek bakışlarını camdan dışarıya kaydırdı. "Üstelik sizi listedeki herkesin üstüne taşıyan iki önemli kozunuz var Devrim."
"Sen ve..."
"Deniz."
"Saçmalık..." Agâh gözlerini devirerek başını iki yana salladı. "Kozumuz yataktan kalkıp gelemiyor bile!"
"Gelecek."
Eliza basit bir omuz silkişle karşılık verdi. Bu apaçık ortada olan bir şeydi. Deniz'in, sevdiği adamın, başka şansı yoktu. Hayatındaki her şey alabora olmuştu, adam boğuluyordu. Canhıraş bir mücadeleyle bir kara parçasına tutunacaksa, eğer kendini kurtaracaksa, açık denizden sıyrılıp sakin bir limana sığınacaksa aradığı kara parçası bu müzikaldi. Deniz her şeyden önce zeki bir adamdı. Herkesten çok, -canı acısa da kabullenerek- ona duyduğu sevgiden, vicdan muhasebelerinden, ününden, hatta dansından bile çok kendisini severdi. Bu iş onun can yeleğiydi. Gözlerini devirirken, içindeki o yoğun ve kırılgan hisse rağmen, rahat bir tavırla "Erken gelmesi dikkat çekerdi," diye mırıldandı. "Bugüne kadar hiçbir davete zamanında katılmadı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayışığı Grisi
RomanceSevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini feda eden bir kadını ne kadar daha karşılıksız sevebilirsin? Agah sabırla sevdi. Bu hikaye kanatları...