İnsanız
Ve mevsim geçer, gölge veren ağaçların dalları kurur, sabır taşar, canından saydığın yar bile bir gün gelir el olur. Aklın şaşar...
Soğuk bir Paris günüydü. Yapraksız ağaçlar karı bekliyor, zavallı gövdeleri kar öncesi soğuktan çatlıyordu. Hava son derece kuru ve kasvetliydi. Eliza için bile Paris'in sevilebilir yanlarını bulmak şu bir-iki gündür imkansızdı. Bunların hiçbirinin önemi olmazdı aslında; çünkü Agah buradaydı. Yeniden şehre gelmişti. Yeniden kadının elini tutmuştu. Onu hala seviyordu. Sevdiğini biliyordu. Yine de... Uzak bir köşeden karsız bir Noel gecesine bakar gibi kırgınca Eva ile sohbete dalmış Agah'a baktığında kalbi sıkıştı. Kadının adama dokunmasında tanıdık bir... Nefesi kesildi. Ona dokunurken ki bu rahatlığın tek nedeni birlikte dans etmeleri değildi; biliyordu. Onu görmediği o uzun aylarda kadın ile adamın arasında bir şeyler geçmişti. Derin bir nefes alarak yüzüne en güzel gülümsemelerinden birini yaydı. İçini kemiren, her yanını uyuşturan bütün o kurtçuklara meydan okuyarak omuzlarını dikleştirdi ve adamla kadının yanında durup "Merhaba, sevgilim," diye mırıldandı. Adamın yanağına küçük bir öpücük kondururken gülümsemesini korudu. İçinde bağıran, bir o yana bir bu yana koşuşturan çocuktan kaçarcasına yabancılaştı kendine.
"Je sais que tu es fâchée. Mais..." (Fr. Biliyorum kızgınsın. Ama...)
"Aslında oldukça sakinim." Kadının beline kolunu dolayarak hafifçe kendine çekti. "Eva ile tanışmamıştınız değil mi?"
Eliza yüzündeki gülümsemeyi güçlükle korurken kadına döndü. "Hayır," dedi sessizce. "Sanırım tanışmamıştık." Aslında o anda içinde pek çok düğüm vardı. Sanki dünyayı görmek için bodur bir ağacı çıkmış kadar aptal hissediyordu kendini. Yine de elini kadına uzattı. "Eliza..."
"Pride and Prejudice'taki Eliza gibi mi?" Eva kadının elini sıkarken "Gerçek hayatta ilk kez ismini Eliza diye kısaltan biriyle tanışıyorum," dedi heyecanla. Onun gözlerindeki bir şey, Eliza'ya sert bir yumruk yemiş gibi hissettirdi. "Ben de Eva. Kısaltma yok."
"Memnun oldum." Elini kadının elinden çekerken o ağaçtan düştüğünü ve dünyanın bir ağaç tepesinden görülebilecek kadar küçük olmadığını anladı. Eva sadece bir dansçı değildi. Eva ortamı yumuşatmak için insanlara sataşan o sevimli tiplerden de değildi. Eliza, kadının Agah üzerinde hak iddia ettiğini tavrındaki özgüvenden anlayabiliyordu. Adamın ona döneceğine dair umudu vardı. Bunun boğazına dolandığını ve cehennemin ateşten meyvelerini boğazından içeriye doldurduğunu hissetti. İçi acıdı. Tanrım! İçi çok acıdı. "Agah'ın yeni partnerisiniz değil mi?"
"Siz de eski partnerisiniz sanırım?"
Agah, Eva'nın saldırganlığıyla hayretle kaşlarını havalandırdı. Eliza'nın sakinliğine karşı onu hırpalamaya çalıştığını görebiliyordu. Eva'nın ilk kez yanındaki birine karşı bu kadar öfkeli davrandığını fark ediyordu. Geçmişte yani şu son birkaç ay içerisinde kadının kimseye böyle davrandığını hatırlamıyordu. Aralarında ciddi bir şeyler de yaşanmamıştı üstelik. Yani en azından adam kadının buna ciddi bir anlam yüklediğini hiç düşünmemişti. Gerildiğini hissetti. Aptal bir adam değildi. Eva'nın, Eliza'ya böyle davranmasının tek mantıklı açıklamasının onu kendine rakip olarak görmesi olduğunun farkındaydı. Ne saçmalıktı ama! Eliza'ya rakip olabilecek, adamı onun gibi yaralayabilecek yine de bir öpücükle yarasını iyileştirebilecek kaç kadın vardı? Adam yarasını açandan medet umuyordu. Ve kadının zaptedilmez bir çalıkuşu olduğunu bildiği halde onu sevmekten vazgeçemiyordu. Deniz'e, Ivan'a, diğerlerine olan şeyi anlıyordu. Kadın aşina olmadığı bir şey sunuyordu ona: Kaburgalarına saldırıyordu. Onu değiştiriyordu. Ona kan kaybettiriyordu. Ona kimseden görmediği vahşiliği ve aynı zamanda da merhameti öğretiyordu. Adam bu nedenle ondan kaçmak istese bile kaçamıyordu. Sürekli iyileşen bir yarası vardı. İsmini Eliza koymayacaksa başka ne koyabilirdi ki? Kendi yarasına aşık bir meftundu. Ve kadının ucuz bir çekişmenin ortasında kalmasını, onu bu duruma, böyle bir rekabete sokmayı istemezdi. Bunun olacağını, kadının Eliza'nın canını yakacağını bilse belki de ikisini hiç karşı karşıya getirmezdi. Ona kızan, ona meydan okuyan, bütün öfkesini ondan çıkarmak isteyen yanının farkında olmaktan çok uzaktı. Aşkın ve öfkenin ortasında fırtınada yolunu kaybetmiş Odysseus gibi savrulup duruyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ayışığı Grisi
RomanceSevdiğin kişi için ne kadarını feda edebilirsin? Kariyerini? Hayatını? Sahip olduğun her şeyi? Eliza hepsini feda etti. Ya başkası için her şeyini feda eden bir kadını ne kadar daha karşılıksız sevebilirsin? Agah sabırla sevdi. Bu hikaye kanatları...