Kaybola kaybola

2.2K 211 18
                                    

Kaybola Kaybola

"Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en geniş cümlem:
İçimi açtım sana.
İçini açmak için." Birhan Keskin.

Gözlerini odanın karanlığa açtığında ilk yaptığı uzanıp yanı başındaki ışığı açmak olmuştu. Ayağını hareket ettirmemeye çalışarak kendine bir bardak su doldurup içti. Sırtını yatağın başına yaslayarak uzun uzun adamı izledi. Buraya onu Agah taşımış olmalıydı. Dudaklarında incecik bir gülümseme kıpırdandı. Adamı sevmenin güzelliğini kim ondan iyi bilirdi? Uzanıp adamın yanağını sevgiyle okşadı. Agah'ın uçları kıvrık kirpikleri titreyerek aralanmış, kadın adamın bakışlarına çarptıkça ufalanıp yine kendine birikmişti.

Ağır ağır uyanan, küçük bir çocuk gibi gözlerini ovuşturan adama dürüstçe baktı. "Senden önce kimsem yoktu Agah." Yüzünde uykudan yeni uyanmış mahmur bir gülümseme belirip kayboldu. Bu yatakta ona bakabilmek, onu sevebilmek, ona dokunabilmek Eliza için hala inanılması güç bir mucizeydi. "Ben aşkın yolunu izini bilmezdim. Sonra kaybola kaybola seni buldum." Uzanıp adamın dudaklarına küçük bir öpücük bırakıp alnını adamın yanağına dayayarak yeniden gözlerini kapattı. "İyi ki de buldum."

"İyi ki buldun."

"Sana kadar ben hep başkalarının elinde bir kildim; beni uçurumlara, yangınlara, sellere, tufanlara ite ite şekillendirdiler. Ben..." Huzurlu, derin bir nefes aldı. "Sana kadar hiç derin derin nefes almadım. Sana kadar hiç kendi isteğimle bir uçurumdan korkusuzca atlamadım. Sana kadar hiç kendi yolumu çizmedim." Adamın gülümsemesiyle hafifçe hareketlendi ve yeniden gözlerini araladı. "Beni avucundaki o sonsuz çizgiye saklasan oracıkta yaşarım Agah."

"Elizabeth..." Agah kadının başını nazikçe avucuna alıp yastığa bıraktı ve dirseğini yanı başına dayayarak ona yukarıdan bir bakış attı. Parmakları kadının belirgin dudak çizgisinde, çukurlaşmış yanağında, uyumaktan şişmiş göz altlarında gezindi. "İçimde biriken bu sevgi yakında her yana saçılacak. Yedi gezegenden görecekler sevgimi."

"Aramızdaki bu yollardan, bu dağlardan, bu okyanuslardan nefret ettiğini biliyorum Agah."

Tatlı tatlı baktı adama. Çıkarıp içindeki gümüş rengi sevdayı adamın gözlerindeki balkona astı. "Ben de ediyorum." Uzanıp adamın kızıl kırmızı sakallarını okşadı. Avuç içine adamın yeni uzamaya başlamış sakallarının batmasıyla yeniden yaşadığını anladı.

"Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum. İnsan kaybolmayı ister mi?"

Bir an için sustu. Dili damağı kurumuştu. Belki de çok gerçek olduğundan kalbini çıkarıp adamın avucuna koydu:

"Ben işte, istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin."

Adamın dudaklarının kıyısında rengi solmuş bir kuş, dalı kırılmış bir zeytin olmayı isterdi. Kendinde biriken acıyı aldı; katladı. İçinde anılar biriktirdiği mendili adamın cebine bırakıverdi. Elizabeth mutlu bir çocukluk geçirmişti. Ama mutlu bir gençlikten çok uzakta savrulmuş, düşmüş, kalkmış, yeniden düşmüştü. Agah, onun Paris'te Merve Lal'e söylediğini hiç unutamamıştı. Kadının ağrı çekmeden uyandığı tek bir gün bile olmamıştı.

"Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım."*

Kadının, bir başka kadın şairin sesinden konuşmasındandır belki de hayretle ona baktı. İlk kez içini dürüstçe açmıştı -ki Agah kadının dokunamadığı bütün o yaraların varlığını hep hissetmişti. Eliza doğruldu. Uzanıp adamın ellerini ellerine aldı. Agah da usulca, kadının şiirine yazılan bir satırmışçasına sakin, doğruldu.

Ayışığı GrisiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin