***
Gücün var mı sevgilim,
derin sularda inci tanesi aramaya?
***
Rahşan Karahan sabahın erken saatinde kimseye haber vermeden çıktı konaktan. Kabristana gidip çocuklarını ziyaret etmeliydi. Kendisini kabristana bırakan şoföre kendisini bırakıp geri dönmesini söyledi. Uzun bir süre burada kalmayı planlıyordu. Belki biraz da kız kardeşiyle dertleşirdi. Kimseye anlatamadıklarını gelir soğuk bir mezar taşına anlatırdı eskiden beri Rahşan Hanım. Sanki kız kardeşi Zişan gerçekten kendisini dinliyormuş gibi.
İki saatte yakın oğlunun, gelinin, kocasının ve torunun mezarının başında geçirdi yaşlı kadın vaktini. Topraklarını düzeltti, çiçeklere su verdi. Yabani otlarını temizledi. Daha toprağı kurumamış yavrusunun mezarına çiçekler ekti. Ateş'i şu toprağın altındaydı. Kim inanırdı? Mezar taşı bile yapılmamıştı daha. Öyle yeniydi acı, öyle taze. Kim derdi Ateş Ağa öldü? Konduramıyordu yaşlı kadın. Bazı zamanlar inanmıyordu. Gece boyu konak kapısına bakarak geçiriyordu zamanını. Belki gelir diye. Ama gelmiyordu Ateş. Gelmeyecekti.
Öğleye doğru ayaklandı ailesinin yanından. Bırakmak istemiyordu ama elinden bir şey de gelmiyordu. Ailesini ardında bırakıp kız kardeşinin mezarına doğru yöneldiğinde mezarın başında bir adam gördü. Adam yaşlıydı. Zişan'ın mezarının yanına oturmuş toprağıyla oynuyordu. Mesafe çok uzaktı. Adamı net seçemiyordu ama daha önce gördüğü birine de benzemiyordu. Buralardan değildi, olsa bilirdi. Biraz daha yaklaştığında adamın kendi kendine konuştuğunu duydu. Ne dediğini tam olarak anlayamıyordu. Yabancı birinin kız kardeşinin mezarının başında durmasından rahatsız olmuştu.
Hızlı adımlarla mezara yaklaştı. Adamı tam görebilmek için karşısına geçti. Şimdi mezarın başında duruyordu. Adam kendisini fark etmiş gibi görünmüyordu. Dalgın dalgın toprağı karıştırmaya devam ediyordu. Bir şeyler söylemesi gerekiyordu.
''Kimsiniz? Burada ne arıyorsunuz?'' Adam beklemediği bu hitapla irkilmişti. Yanına birinin geldiğini hatta tam karşısına geçip kendisini izlediğini fark etmemişti. Kendisine seslenen kadını hemen tanımıştı yaşlı adam. Kadın Zişan'ınını ablasıydı. Belli ki kendisini tanıyamamıştı. Rahşan Hanımın daha önce bir kere gördüğü adamı tanımasını beklemiyordu Ziya. Aradan onca yıl geçmişken bir de.
Ayağa kalktı yaşlı adam. Ellerini çırpıp toprağını temizlemeye çalıştı. Sonra üzerine sildi. Mahcup olmuş gibiydi. Yıllardır aradığı mezarı bulmuştu. Mezarını bulmayı hiç istemezdi, yaşasın isterdi Ziya. Başka bir hayatı olduğunu, çocukları olduğunu görmeye bile razıydı ama ölümüne...
Yıllar sonra bir şekilde öldüğünü öğrenmişti. Öğrenmesiyle dünya başına yıkılmıştı. Nasıl yıkılmasındı? Dile kolay neredeyse elli yıl geçmişti aradan. Buralardan gittiğinde, gitmeye mecbur edildiğinde çok gençti. Şimdiyse artık yaşlı bir adamdı.''Kimsiniz dedim? Burada ne işiniz var?'' Rahşan sorusunu yenilemişti. Tamam, kız kardeşinin mezarı isimsiz olabilirdi. Karşısındaki bu adam yanlışlıkla bu mezarın başında olabilirdi ama içinden bir ses öyle olmadığını söylüyordu. Bu adam mezarın Zişan'a ait olduğunu biliyordu.
Adamı biraz daha incelediğinde onda tanıdık bir şeyler hissetti. Eski hafızası olsa şıp diye buluverirdi ama artık yaşlanmıştı. Hafızası eskisi kadar kuvvetli değildi.
Ziya Rahşan Hanım'a rastladığı için biraz mutluydu aslında. Antep'i terk ettikten sonra neler olduğunu öğrenmek istiyordu. Yıllarca bunu araştırmıştı fakat hiçbir sonuç elde edememişti. Sevdiğine ait hiçbir bilgi bulamamıştı. Zişan'ın başına ne geldiğini merak ediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AH SENDE (TAMAMLANDI)
General FictionKor olmuş elem dağı bir semer misali sarmıştı bedenlerini... Kalp ağrıtıcı feryatlar dilleri zorluyor, bir türlü dökülmeyen vaveylalar boğaz yakıyordu. Suskunluk en sarsıcı tepkiydi. Ağzı bıçak açmıyor, kederli gözler asla kurumuyordu. Derdi veren R...