***
Dünya yalan kardeşim, dünya yalan! Var mı yalan dünyada baki kalan? Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan.
***
Sigara izmaritlerinin önünde dağ oluşturduğu adama doğru yaklaştı Ateş. Dün geceden sonra konuşmamışlardı hiç. Ali'yi güç bela odasına taşıyıp uyuduğundan emin olduktan sonra anca geçebilmişti kendi odasına. Sabaha kadar dönmüş durmuştu genç adam. Kafasında tonla düşünce bir birini kovalarken nasıl uyuyabilirdi ki? İçinde bulunduğu bu karmaşık durumdan bir an önce sıyrılması gerekiyordu nihayetinde. Kırk düğüm olmuş hayatına her gün yeni bir düğüm eklenmesine mani olmalıydı. Önceliği Ali'nin meselesini sonuca ulaştırmaktı. Bunu da zaten hemen bu gün halledecekti. Dedesi ile Ali'yi buluşturacaktı. Sonrasında Aybar Ağa vardı ve tabii Yavuz. Yavuz'un söyledikleri hala aklının bir köşesindeydi. İlk başlarda ihtimal vermemişti fakat düşündükçe içinden çıkılmaz bir hal alan bu durum Genç adamın söylediklerinin biraz da olsa bir haklılık payı olabileceğini gösteriyordu. Aybar Ağa'nın yaptıkları düşünüldüğünde hiç de imkânsız görünmüyordu. Eğer ki babasının ölümünde Çiyeşan'ın bir parmağı varsa onu bu dünyada yaşatmazdı Ateş Karahan. Başka türlüsüne asla izni olmazdı.
Ali yanında oluşan hareketlenmeyle anca kendine gelebilmişti. Ateş'in söylediklerinden sonra aklı yerinde değildi. Şu hayatta yalnız kaldığını zannederken dedesinin yaşadığını öğrenmişti. Üstelik Rahşan Hanımın da büyük teyzesiydi. Ateş bir yerde gerçekten kardeşiydi. Doğal olarak Ahsen de kardeşi oluyordu bütün bu denklem sonucunda. Genç adam sevdiğine bir adım yaklaşmak için beklerken hayat onu kendine bir kez daha haram kılmıştı işte.
''Yeter bu kadar içtiğin sabah sabah. Kendini öldürmek mi niyetin? Kaçıncı paket bu? Bırak şunu!'' Ali'nin elinden daha yeni yaktığını anladığı izmariti çekip aldı. Oturduğu taşın üzerinde söndürüp diğer izmaritlerin yanına attı Ateş. ''Kalk hadi. Misafirimiz geldi.''
Ali kimin geldiğini elbette ki biliyordu. Fakat henüz onu görmek istediğinden emin değildi. kendini buna hazırlamamıştı bile. Otuz yaşında bir adam olarak dedesi ile yeni tanışacaktı. Nasıl biriydi, neye benziyordu hiçbir fikri yoktu. Nasıl davranacağını da bilmiyordu. Öğrendiği kadarıyla adamında kendisinden haberi yoktu. Muhtemelen şuan öğrenmiş olmalıydı. Yani tanışması için bir engel kalmıyordu bu durumda. Zaten tanıştıktan sonra bir şey değişmeyecekti ki. Ali yine aynı eski Ali olacaktı.
''Ateş...'' ne diyeceğini bilmiyordu. İçinden geçenlerden emin değildi. Bir şekilde bu işi ertelemek istiyordu fakat Ateş Karahan bu işin bu gün biteceğini söylemişti. Ateş'e karşı gelecek cesareti yoktu. Ali'nin şuan hiçbir şeye cesareti yoktu.
''Kendine gel lan! Ne bu halin? Kız gibi davranıyorsun.'' Güldü Ali. Kendini gaza getirmeye çalışıyordu Ateş, anlıyordu onu. Dostlar bu zamanlar için vardı.
''Keşke kız olsaydım be Ateş. Kesin senle evlenirdim.'' O da dalgaya vurmuştu.
''Hadi lan! Ben senle mi evlenirdim Leyla varken?''
''Kuma olurdum o vakit bende.''
''Leyla seni çiğ çiğ yer be oğlum, ne kuması?''
''Doğru dedin yer valla. Neyse iyi ki erkek olmuşum o zaman.''
''Salak salak konuşma da kalk hadi.'' Kolundan tutup ayağa kaldırdığı adamı itekleyerek yürütmeye başladı. Bunu yapmazsa Ali'nin kalkacağı yoktu.
Salonun kapısını açmadan elini desteklediğini belirtir gibi can dostunun omzuna koyup sıktı. ''Arkandayım aslanım, ne olursa olsun hep yanındayım.'' Ateş'ten aldığı gazla odaya girdi Ali. Rahşan Hanım ve dedesi olarak tahmin ettiği adam oturuyorlardı. Onlara yaklaştıkça daha çok heyecanlanıyordu. Ateş'in tam ardında olduğunu biliyordu ve bundan güç alıyordu.
''Gel Ali. Otur şöyle.'' Rahşan Hanım'dan aldığı onayla hemen yakınında bir yere oturdu genç adam. Kimsenin yüzüne bakmıyordu fakat herkesin gözünün kendisinde olduğunu biliyordu. Özellikle adının Ziya olduğunu öğrendiği dedesi odadan içeri girdiğinden beri gözlerini bir an olsun Ali'den çekmemişti.
''Ateş biz çıkalım evladım.'' Rahşan Hanım ayağa kalkınca Ateş de ardından ayaklandı. Ama Ali ikisini de durdurmuştu.
''Gerek yok Rahşan Hanım.'' Sonrasında gelişen her şey spontaneydi. Ziya bir şekilde kendini Ali'nin yanında bulmuştu. Ali'yi ayağa kaldırıp uzunca bir süre yüzünü izledi. Sanki her bir detayı ezberlemek ister gibi. İşte Ali ilk kez baktı dedesinin gözlerine. Tıpkı kendisininki gibi gözleri vardı yaşlı adamın. O an içinde bir şeylerin aktığını hissetti. Dedesinin kollarından çekip kendine sarılmasıyla ne olduğunu anlamamıştı.
''Oğlum...'' Ziya karşısında gençliğine bu denli benzeyen bir adam görmeyi beklemiyordu. Canının canı işte tam karşısındaydı. Bir günde bir insanın hayatı nasıl değişir diye sorsalar cevabı kesinlikle Ziya verirdi. Ziya bunu çokça kez yaşamıştı. Bir günde zengin olmuştu. Bir günde baba olmuş en sonunda da bir günde dede olmuştu. Hayatının dönüm noktalarını bir bir yaşıyordu. İlerde dönebileceği bir nokta kalıp kalmadığından şüpheliydi. Ama Allah izin verirse torunuyla geçireceği çokça gün olduğundan emindi.
Kendisine içten sarılan adama ne tepki vereceğini bilmiyordu. Şaşkındı etrafına şaşkınca bakıyordu. Kapıdan çıkan Rahşan Hanım ve Ateş'e bir şey bile diyememişti. Ateş'in kapıdan çıkarken attığı bakışın manasını bile çok sonradan çözmüştü. 'Ne yapıyorsun oğlum? Kendine gel!' bakışı Ali'nin çokça karşılaştığı bakıştı aslında. Ali'nin geç anlamasının sebebi beyninin Ziya Bey ile meşgul oluşundandı. Adam hala kendisine sarılıyordu ama Ali bir tepki vermemişti. Biraz olsun beynini ele geçirip bir tepki vermesi gerektiğini anlayınca yaşlı adamın iki yanında durun kollarını kaldırıp adama karşılık verdi. Tanımadığı birine ilk defa sarılıyordu. Öyle her Dakka birine sarılan bir adam olmamıştı hiç. Ama bu başkaydı. Aslında iliklerine kadar tanıdığı ama bir o kadar da tanımadığı bu adama sarılışı çok başkaydı.
''Oğlum benim... Torunum... Bilmiyordum evladım. Bilmiyordum. Bilseydim bulmaz mıydım seni? Yanında olmaz mıydım?'' Ali'den ayrılmadan söyledikleri sesini titretmişti yaşlı adamın. Göremiyordu ama ağladığına emindi Ali.
Ne yapacağını ne diyeceğini bilmiyordu genç adam. Ziya kollarını biraz gevşetip başını geri ye çekti. Elleriyle Ali'nin yüzünü avuçladı. İşte şimdi görüyordu o gözleri Ali. Ağlıyordu adam. Karşısında ağlıyordu. Yüzünde öpmediği bir santimlik bir yer bile bırakmamıştı şimdi de. Onca yılın hasretini bir anda bitirebilecekmiş gibi seviyordu torununu. Sevdikçe daha çok ağlıyordu. Bu Ali'nin hoşuna gitmemişti.
''Ağlama artık. Buradayım.'' Dedesinin gözyaşlarını silip, ellerini hiç bırakmadan oturttu geniş divana. Yanına oturup ne diyeceğini düşünmeye başladı.
''Düşünme artık.'' Ziya sanki aklını okumuş gibi cevaplamıştı onu. ''Düşünmene gerek yok. Ben buradayım, yanındayım ben düşünürüm senin yerine.'' Bilmem kaçıncı kez yüzünü okşayıp devem etti konuşmasına. ''Anlat bana. Hayatını anlat. Tanımak istiyorum seni, bilmek istiyorum.''
Ali belki de ilk başta yapması gereken şeyi yapmayı unutmuştu. Aklına geldiğinde biraz mahcup da olmuştu. Onun yanında olduğunu söyleyen bu adama borçluydu. Borcunu ödemek için ellerini aldı öpüp başına koydu. Büyüklerine hürmet ona öğretilen en temel şeydi. Hayatında hep saygılı bir adam olmuştu. Bu durumda bile bu saygıyı unutamazdı.
Ziya ellerini öpen adama baktı tekrar uzunca. Ne kadar şanssızdı. Bu harika çocuktan bunca yıl mahrum kalmıştı. Ama bundan sonra mahrum kalmaya niyeti yoktu. Bırakmayacaktı evladını. Bu kadar acı çektiği yeterdi. Sevdiği toprak olmuş olabilirdi ama emaneti yanındaydı. Kalan ömrü boyunca ona gözü gibi bakacaktı. Tekrar ağlamaya başlayıp sarıldı torununa Ziya Çetin. Kokusunu içine çekip, saçlarını okşadı. Dünyada bundan başka mutluluk olduğundan emin değildi. Bu onun için zirveydi. Ve bu zirvede tuttuğu eli bırakmaya niyeti yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AH SENDE (TAMAMLANDI)
General FictionKor olmuş elem dağı bir semer misali sarmıştı bedenlerini... Kalp ağrıtıcı feryatlar dilleri zorluyor, bir türlü dökülmeyen vaveylalar boğaz yakıyordu. Suskunluk en sarsıcı tepkiydi. Ağzı bıçak açmıyor, kederli gözler asla kurumuyordu. Derdi veren R...