-Multimadia, MISSIO - I Run To You
"Bak, plan çok basit." Diye konuşmaya başladı Nida sakin bir ses tonuyla.
Onun aksine benim sesimde ise panik vardı. "Nasıl basit? Nasıl yetişeceğim Nida?"
Yarın mezuniyet için fotoğraf çekimimiz olacaktı ve benim çekimde giymek için sipariş verdiğim elbise az önce kargoyla eve ulaşmıştı. Nida'nın şu anki acil durum planının devreye girmesinden de anlaşılacağı üzere elbise üzerime olmamıştı. Küçük gelme riskini göz önünde bulundurup özellikle bir beden büyük sipariş vermiştim ama kalıbı normal elbiselerimin kalıbından çok farklı olduğu için yine de küçük gelmişti ve ben de bir kez daha internetten sipariş vermemem gerektiğini acı bir şekilde tecrübe etmiştim.
"Hemen dışarı çıkacağız, hemen." Dedi kucağımdaki elbiseyi alıp. Dakikalardır elimde tutuyordum belki bir değişiklik olur diye. "En azından benim burada olduğum zamana denk geldi, bir de iyi tarafından bak. İkimiz hallederiz bu işi. Koskoca Ankara'da elbise mi bulamayacağız?"
"Ben kilo mu aldım?" diye sordum. Onu dinliyordum ama algılayabildiğim pek söylenemezdi.
"Saçmalama Ceren." Dedi elbiseyi görmemem için tekrar kutusuna koyarken. "İnternetten alışverişte bu risk her zaman var, biliyorsun. Ayrıca sen beni dinlemiyor musun? Kalk hemen üzerini değiştir, dışarı çıkacağız."
Oflayarak ayağa kalktıktan sonra, "Abime haber vereyim, bizi o götürsün. Nereye gideceğiz?" diye sordum. En azından bu konuda şanslıydım ve abim evdeydi.
"Her yere." Derken kesinlikle çok ciddi görünüyordu. "O bizi Bahçeli'ye bıraksın, yeter."
"Tamam, haber vereyim ben." Dedim odadan çıkarken. "Elbiseyi de yok et, hatta yak lütfen, görmek istemiyorum."
"Ceren seni yok edeceğim ben şimdi bak!" diye kızıyordu bana ben umutsuzca odadan çıkarken.
Aynı umutsuzluğu koruyarak merdivenlerden inerken yukarı çıkmakta olan Evren'le karşılaştım.
"Ne oldu? Girebildin mi elbisenin içine?" diye dalga geçti saçlarımı karıştırırken.
"Evren seni şuradan yuvarlamak istemiyorum." Dedim kafamdaki elini uzaklaştırıp. "Hiç bulaşma."
"Girememişsin." Derken oldukça eğleniyordu. Elbisenin siparişini verdiğim andan beri boyu ve modeli yüzünden başımın etini yiyordu ve o süre boyunca ne kadar içten bir dua ettiyse, kabul olmuştu, elbiseyi giyemiyordum.
"Çok mutlu oldun."
"Bir kere büyük sözü dinleseydin bunlar başına gelmezdi." Diye kendini haklı çıkarmaya başladı yine. Bunu merdivende yapıyorduk üstelik. "Ben sana diğer elbiseyi al, bu çok kısa, çok açık demiştim. Beni dinlemedin."
"Üstüne cüppe giyeceğim Evren!" diye aynı açıklamayı belki de ellinci kez yaptım. "Uzun elbisenin üstüne giyemem. Ayrıca şu an sana açıklama yapmakla vakit kaybediyorum, oyalama beni." Dedikten sonra benimle hâlâ dalga geçmesini umursamadan aşağı indim.
Kapısı aralık olsa da tıklatıp odasına girdiğimde abim yatakta uzanıyordu. "Gelebilir miyim?" diye sordum en masum sesimle. Birazdan bir şey isteyecektim çünkü.
"Gel ufaklık." Dedi doğrulup.
"İşin var mı abi?" diye sordum ellerimi arkada birleştirip kapıya yaslanırken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Külkedisi
Humor"Hey, Külkedisi!" diye seslendi ayakkabımın tekini veren çocuk. "İsmini öğrenemeyecek miyim?" "Üzgünüm, Beyaz Atlı Prens. Öğrenemeyeceksin." Sinestezik bir çocukluk aşkı okurken biraz da eğlenmek isteyenleri buraya alalım! 💛