-Multimedia, VIDEOCLUB - En nuit
"Evren, su!"
Bağırmak bir hataydı. Dikişlerim acımaya başlamıştı ama Evren'in benim hizmetimde olması paha biçilemezdi.
İki gün önce apar topar olduğum apandisit ameliyatının ardından dün akşamüzeri taburcu olup eve dönmüştüm. Apandisin ameliyattan önce patlaması nedeniyle bu iyileşme sürecinin gereğinden fazla acılı geçeceğinin farkındaydım ama yapmam gereken şey çok basitti: yatmak.
Günde birkaç defa küçük yürüyüşler yapmak dışında kesinlikle bütün fiziksel güç gerektiren aktiviteler yasaklanmıştı. Gülmek bile çok acı veriyordu aslında ama Görkem'in hasta ziyaretleri gülmemeyi imkansız kılıyordu.
"Su içe içe bir hâl oldun mübarek." Diye elinde bir bardak suyla odaya giren Evren beni düşüncelerimden ayırdı.
"Bu daha ikinci bardağım." Dedim ona. Annemden, babamdan ve abimden kesin talimat alan Evren, onlar yokken gün boyu ne istersem onu yapmak zorundaydı. Şimdilik su istemekten başka bir şey yapmıyordum aslında ama bu durumdan hoşnut olmadığı da çok barizdi.
"Bana on iki gibi geldi." Dedi yavaşça yanıma otururken. Getirdiği su bardağını yanımdaki sehpaya bıraktı. Merdiven inip çıkmak bu durumda eziyet olduğu için geçici olarak alt kattaki misafir odasında kalıyordum.
"Ne yapıyorsun içeride? Sıkılıyorum." Dedim dudağımı büzerek. Ne yapacağını biliyordum; dudağımı sıktı.
"Spor haberleri, maç özetleri, transfer raporları.." diye saydı.
"Burada izlesene, bana da ses olur."
"Tamam," Dedikten sonra ayağa kalktı. "Televizyonu kapatayım, bekle."
O odadan çıktıktan sonra ben de bu aralar favori aktivitem olan tavanı izlemeye koyuldum tekrar. Hiçbir şey yapmaya halim ve fiziksel kapasitem yoktu şu an ama buna inatlaşıyormuşçasına kalkıp gezmek, yürümek, koşmak, bisiklet sürmek bile istiyordu canım. Yazın son günlerini böyle yatarak geçireceğime inanamıyordum.
"Geldim." Diye odaya girdi Evren yeniden. "Balkona çıkalım mı? Hava çok güzel. Sen bugün hiç yürümedin zaten."
"Olur." Diye kabul ettim. Cazip bir teklif olurdu mekân değişikliği. "Ama nasıl kalkacağım?"
Asıl eziyet böyle başlıyordu. Oturmak, gülmek ve yatmak aslında dikişlerim için katlanılabilir acılara sebep oluyordu ama yattığım yerden doğrulmak; utanmasam gözlerimden yaş gelecekti.
"Gel bakayım." Dedi Evren yanıma gelip. "Nasıl daha rahat edersin? Bana mı tutunursun?"
Ben acımla baş başa kalkmaya çalışırken onun müdahale etmeden yalnızca sırtımdan destek vermesi en ekstra acısız olan yöntem oluyordu, abimle öyle kararlaştırmıştık dün gece.
Yatağın kenarına tutunarak doğrulmaya çalıştığımda, "Sırtımdan." Dedim dişlerimin arasından acıyla. Oldukça acılı bir doğrulmanın ardından ayağa kalktığımda Evren kolumu tutarken nefes nefese kalmıştım. Sehpanın üstünden dün akşam Egemen'in getirdiği çiçeklerin yanındaki telefonumu aldıktan sonra Evren'e döndüm.
"Hadi gidelim." Dedim ben de ona tutunarak. Küçük küçük ve fazlasıyla yavaş adımlarla öğleden sonra güneşinden nasibini almış balkona çıktık.
"Küçük Ceren yürümeyi öğreniyor." Diye dalga geçiyordu Evren. "Ceren'in ilk adımları."
"Geç dalganı." Derken yine yavaşça duvar kenarındaki koltuğa uzandım. Yataktan kalkmak kadar acılı bir serüven olmuştu bu da ama en azından ortamım değişmişti. "Seninki de patlarsa görürüm ben seni."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Külkedisi
Humor"Hey, Külkedisi!" diye seslendi ayakkabımın tekini veren çocuk. "İsmini öğrenemeyecek miyim?" "Üzgünüm, Beyaz Atlı Prens. Öğrenemeyeceksin." Sinestezik bir çocukluk aşkı okurken biraz da eğlenmek isteyenleri buraya alalım! 💛