-Multimedia, Gregory Alan Isakov - If I Go, I'm Going
Daha mantıklı düşünebilmeye başladığımda aklımdan şunlar geçiyordu: Ağlamaya devam edersem midem ağrıyacaktı ve yanımda ilacım yoktu. Aynı zamanda hava da karardığı için Evren'in beni araması an meselesiydi. O yüzden tam anlamıyla ağlamayı bitirip önce kehanetlerimden ikincisi gerçekleşince cebimde çalan telefonu çıkardım. Uzunca bir süredir sarılmakta olduğum Yankı'dan ayrılıp boştaki elimin tersiyle gözlerimi silerek Evren'in çağrısını yanıtladım.
Ne soracağını bildiğim için o bir şey demeden önce, "Geliyorum." Dedim direkt.
"İyi misin?" diye sordu ses tonumu yorumlayarak.
"Evet." Dedim sesimin de öyle çıkmasını umarken. "Evde görüşürüz."
"Dikkat et kendine." Dedikten sonra telefonu kapattım.
Saatten haberim yoktu; sarıldığımızda zaman kavramımı da yitirmiştim ama uzun bir süre geçtiğinin farkındaydım güneş yok olduğu için. Yankı o süre zarfı boyunca tek bir kelime bile etmemişti benim gibi, gerçekten de söylediği gibi benden bir cevap falan beklediği yoktu.
"Seni eve bırakayım." Diye bozdu o da sessizliğini.
Başımla onaylarken henüz göz göze gelme cesaretine sahip olamadığım için bakışlarımı ellerime indirdiğimde fark ettim bir elimde hâlâ cam tüpü tuttuğumu. Dönüp bakmasam da Yankı'nın beni izlediğinin farkındaydım; o yüzden ne yapılması gerektiğini o benden daha iyi biliyordu muhtemelen.
"İstersen sende kalabilir." Dedi ne düşündüğümü anlayıp. Ama eğer bende kalırsa bütün gece düşünmekten kafayı yiyeceğime emindim.
"Sende dursun." Dedim kısık bir sesle. Ona uzattığımda itiraz etmeden alıp tekrar cüzdanına koydu.
Bunu takip eden sessizliğin ardından bir süredir oturduğumuz yerden kalkıp eve doğru ilerlemeye başladık. Fazla uzaklaşmış sayılmazdık zaten; yaklaşık iki dakika daha sürecekti sessizliğimiz.
Kısa yürüyüşümüz boyunca ara sıra Yankı bir şey söylemek istiyor ama son anda vazgeçiyormuş gibiydi, ben ise hâlâ ne söyleyeceğimi bilemiyordum. Aramızdaki sessizlik artık resmen görünür bir hâl aldığında evin önüne gelebilmiştik neyse ki.
Bundan daha fazla kaçamayacağımı anladığımda bahçe kapısının önünde durup başımı kaldırdım ve gözlerine baktım sonunda. Duyguları okuyabilme konusunda daha iyi olsaydım bana bakışlarında şu an gördüğüm endişe, hüzün ve tereddütten daha fazlasını görebilirdim sanırım. Bakışları bunları söylüyordu ama ben sonunda ona bakabildiğimde belli belirsiz gülümsedi. Yankı'nın gülümsemesinin içtenliğini piercinginin hareket etmesinden anlayabiliyordunuz ama bu sefer o kadar hafif bir gülümsemeydi ki bu, dudağının o kenarı kıpırdamamıştı bile.
Bu konu hakkında suçlu hissetmem gerektiğini biliyordum ama evde yapacaktım bunu.
"Teşekkür ederim." Dedim ona bakabilme cesaretimi toplayabilmişken. "Anlattığın için."
Başını sallayıp sessiz kaldığında yine ben devam ettim.
"Bilmem gereken başka bir şey.."
"Çok şey var." Dedi ben tamamlayamayınca. "Daha zamanı var."
"Tamam o zaman." Dedim ben de başımla onaylayıp. Daha ne diyeceğimi bilmiyordum. "Ben gideyim."
"Görüşürüz Külkedisi." Dedi az öncekinden kısmen daha yüksek enerjili bir gülümseme ile. "Kendine dikkat et."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Külkedisi
Humor"Hey, Külkedisi!" diye seslendi ayakkabımın tekini veren çocuk. "İsmini öğrenemeyecek miyim?" "Üzgünüm, Beyaz Atlı Prens. Öğrenemeyeceksin." Sinestezik bir çocukluk aşkı okurken biraz da eğlenmek isteyenleri buraya alalım! 💛