Gözlerimi açıp etrafa baktım. Uzandığım yerde doğrulup elimi başıma götürdüm.
"Ne zaman geldim ben buraya?,"diye sorarken kendi kendime yanımda birbirlerine sarılarak uyuyan İlknur ve ablamı görünce gülümsedim. Gerçekten iyi anlaşmışlardı ve bu beni çok mutlu etmişti. Ayağa kalkıp odadan dışarıya çıktım. Evde sanırım benden başka kimse uyanmamıştı. Dışarıya çıkıp su fıçısından yanındaki demir tas ile su alıp elimi yüzümü yıkadım.
Derin bir nefes alıp verdim. Bu Gölge Taşı olayı cidden kafa karıştırıcı bir hal almıştı. Tam olarak nerede olduğunu çözemiyordum. Yayılan mavi ışıkla boynuma baktım. Koruma taşı yanıp sönüyordu ve bu bir tehlike olduğunun büyük bir işaretiydi.
Temkinli adımlarla eve doğru giderken önümde birden bire beliren beden ile afallayarak bir iki adım geriye sendeledim.
Kırmızı saçlar, kırmızı gözler ve uzun köpek dişleriyle bir vampir olduğu çok belliydi. Bakışlarındaki nefreti yoğun bir şekilde hissedebiliyordum. Bana bir adım atınca avucumu açıp kapattım ve oluşan ateş topuyla ona bakmaya başladım.
Gözlerindeki nefret yerini birkaç saniyede olsa şaşkınlığa vermiş olsada tekrar tahtına oturmuştu.
"Demek doğruymuş o seçilmiş sensin. Bir seçilmişin,"deyip başını gökyüzüne çevirip birkaç saniye baktıktan sonra bakışlarını tekrardan koyu kahve gözlerime dikti.
"Bu ormanda ne işi olurki?,"dediğinde sırıttı.
"Doğru ya Gölge Taşları. Onun için geldin değil mi?,"dediğinde kaşlarımı çattım.
"Biraz daha bana bu şekilde bakarsan seni kül eder küllerini ise savururum,"dediğimde tekrar sırıttı.
"Asabiyiz demek,"dediğinde avucumdaki ateş topunu yokedip ani bir hareketle mesafeyi kapattım ve yakasına yapıştım. Onu kendime çekip gözlerimi kırmızıdan yeşile dönen harelerine sabitledim.
"Bana bak beni sinirlendirme. Gölge taşları diyordun öyle değil mi? Yani efsane değil gerçekler,"dediğimde hâlâ yüzündeki alay dolu sırıtma kaybolmamıştı.
Onu iterek ellerimi çırpıp ona döndüm.
"Bak kimsin bilmiyorum. Ama benden nefret ettiğin gözlerinden o kadar çok belli oluyorki...,"diyeceklerimi tamamlayamadan nefretle konuşmaya başladı.
"Senden değil tüm Saklı Krallık halkından nefret ediyorum. Hepimizden teker teker nefret ediyorum hatta tiksiniyorum."
Dedikleri beynimde yankılanırken ben sadece ona bakıyordum.
"Çok tuhaf,"dediğinde kaşlarımı çattım.
"Ne tuhaf?,"dediğim an içeriden sesler gelmeye başladı. Başımı çevirip eve baktım. Kapı kurpu aşağıya doğru inince başımı çevirip ona baktım ama yerinde yoktu.
"Lanet olasıca vampir hızı,"diye söylenirken arkadan bana sarılan kişinin kokusuyla gülümseyerek ona döndüm.
"Günaydın hayatım,"dediğinde ben de kocaman gülümseyerek 'günaydın' dedim.
"Niye bu kadar erken uyandın? Dün geç uyudun ve bu kadar erken kalkmak... hadi git sen uyu,"dediğinde ondan ayrılıp başımı olumsuz anlamda salladım.
"Uykum yok,"dediğimde esnememle kıkırdıları doldurdu kulağımı.
"Evet evet yok,"dediğinde kötü kötü bakarken gelen sesle ikimizde kapıya doğru döndük.
"Günaydın,"diyen Saye ile tebessüm ettim.
"Günaydın."
Lodos başıyla selam verdi ve bana döndü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Saklı Krallık 2👑
Fantasy❕Kitap düzenlenmeye alınacaktır.❕ İlk kitabı okumanız şiddetle tavsiye edilir! Saklı Krallık'ın kaderi artık Mia ve arkadaşlarının omuzlarındaydı. Ya kurtaracaklar ya da yıkacaklardı. İyiler ve kötüler... bunlar her zaman vardı. Hep iyiler ve kötüle...