27. Bölüm - Madalyon

3.5K 383 13
                                    

Her gün ormana gitmeye devam ettim, tuzaklarımı kurdum ve bol bol tavşan yakaladım. Yeni aldığım kitabımı baştan sona, tam beş kez okudum. Yüzmek için sık sık göle bile gittim.

Saya ile ara sıra hastalara gidiyor ve yeni bir kitap almak için tekrar bahşişlerimi biriktiriyordum. Lance'i en son iki ay önce görmüştüm. Evet, hâlâ günleri sayıyordum... Ancak, yine de bir şekilde eski rutinime dönmüştüm.

Bir kitap alabilecek kadar para biriktirdiğimde, saatlerce yürümeyi göze alarak kasabaya gittim. Dün gece rüyamda Lance'i görmüştüm. Bu sefer beni öldürmeye çalışmıyordu. 

Kısmen! 

Bunun yerine; beni öpüyor, burnunu boynuma götürüp derin bir nefes alarak kokumu içine çekiyor, bana dokunuyor ve beni özlediğini söylüyordu.

Rüyamdan resmen inleyerek uyanmıştım. Neyse ki Saya bir doğuma gitmişti de evde yoktu ancak tekrar uyuyamamıştım. Dükkâna girip, kitapların olduğu rafa doğru yönelmiştim ki, tezgâhın üstünde bulunan cam bölmede çok güzel bir madalyon gördüm.

Pirinçten yapılmış oval madalyonun; ortasında çiçek kabartmaları ve kenarında sıralanmış minik parlak taşları vardı. Yine pirinçten yapılmış zincirinden çıkan daha ince iki küçük zincirin ucunda ise; gözlerimle aynı renk biri turkuaz, diğeri eflatun iki taş vardı ve oval kısmın altından sarkıyorlardı

Bir kedi gibi yürüdüğü için kendisine uzun zamandır 'Kedi Kadın' dediğim dükkân sahibi arkamdan sesli bir iç geçirerek, "Çok güzel değil mi?" diye sordu.

Şaşkınlıkla ona doğru döndüm. Demek ayrıca bir kedi kadar da sessiz yürüyordu. Cevap vermek yerine, kafamı onu onaylar gibi salladım. Bana bakıp gülümsedi ve tezgâhın arkasına gidip, boynundaki zincirin ucundaki anahtarla cam bölmenin kilidini açtı.

Hadi ama! Bu bölme camdı ve birisi gerçekten oradaki şeyleri çalmak isterse camı kırmak, anahtarı almaktan daha kolaydı. Ayrıca benim neyim vardı? Böyle şeylerle hiç ilgim olmazdı. Bölmede bulunan diğer değerli eşyalara baktım. Broşlar, küpeler, kolyeler, değerli taşlar... Hiç birisi gerçekten ilgimi çekmiyordu. O sırada Kedi Kadın, elinde madalyonla gülümseyerek bana doğru gelmeye başladı.

"Bir dene bakalım." dedi gülümsemeye devam ederken. Ben itiraz edemeden madalyonu arkamdan boynuma doğru tuttu. Kafamı eğip madalyona bakarken, arkasındaki klipsleri birbirine geçirip kolyeyi taktı.

Vay canına... Bu kadın iyi satış yapardı. Sonra beni döndürüp, eliyle tezgâhın üzerinde bulunan küçük aynadaki yansımamı işaret etti. Parmaklarımı hafifçe madalyonun üzerinde gezdirdim. Gerçekten güzeldi ama sesime sırf Kedi Kadın için fazladan da hayranlık katarak, "Çok güzel." dedim.

Almayacağımı... Daha doğrusu alamayacağımı bildiği halde, bunu umursamadan benimle ilgilenmesi gerçekten ince bir davranıştı bence.

Bana göz kırptı ve "Senin kadar değil tatlım." dedi. Gerçekten iyi bir satıcıydı ve muhtemelen param olsa madalyon başta olmak üzere bölmedekilerin hepsini alıp dükkândan çıkacaktım.

Cam bölmeye takıldı gözüm, hepsi de kasabada ki Elitler içindi kesin. Kendileri kasabada çok nadir görünür, genelde ayak işlerini kölelerine yaptırırlardı.

Elitler, Rakshasa liderinin seçtiği bir grup insandı ve her şehirde bulunurlardı. Görevleri ise bizden vergi toplamanın yanı sıra; kaç adet olduğumuz, kasabanın neresinde oturduğumuz, ne iş yaptığımız gibi bilgileri kayıt altına almak ve ölümsüzleri uğraştırmadan bizi kontrol altında tutmaktı.

Kasabamızda bildiğim tek Elit, Hasting diye daha önce hiç görmediğim bir adamdı. Diğerleriyle ilgili ise hiçbir fikrim yoktu.

Birisi vergisini ödeyemedi mi? Birkaç gün içinde kapısında paralı askerler bulur ve ödemesi gereken vergiden daha fazlasını vermek zorunda kalırdı.

Bunların başında: dayak, tecavüz ve kışlık tüm erzakı kaybetmek vardı. Ancak bana göre en kötüsü; evde genç ve güzel bir kız varsa, bazen tecavüze uğramak yerine bir kan kölesi olmak için Shadowmon'a götürülürdü ve ailesi peşine düşse de bir daha dönmek istemezdi.

Bu daha önce birkaç kez yaşanmıştı ve Shadowmon'a kadar giderek hayatlarını tehlikeye atan anne ve babalara; eğer kızları gitmek isterse gidebileceği söylenmişti. Sonuçta güya orada kimseyi zorla tutmuyorlardı.

Ancak kızlar kalmayı tercih etmişlerdi. Bunun, kızlara baskıyla söyletildiğini düşünüyordum. Ancak Saya kızların orada evlerinde olduğundan çok daha rahat olduğu konusunda ısrarcıydı.

Oradayken; evlerinde asla yiyemeyeceği yemeklere, hayatları boyunca göremeyecekleri güzel giysilere ve sıcak bir yatağa sahip olduklarını söylemişti. Saya'ya göre bunun karşılığında yapmaları gereken şey ise; bir gün zaten fakir bir seyise, bir çiftçiye, ya da zaten kocalarına verecekleri bedenlerini sunmak ve onları öldürmeyecek bir ısırığa izin vermekti.

Yaşlandıklarındaysa; kalede mutfak işleri, yemek servisleri, temizlik gibi farklı pozisyonlarda işlere konuyorlardı. Ancak hayatlarının uzunca bir dönemini rahat içinde geçiriyorlardı. Bence saçmalıktı ama Saya için gerçeğin ta kendisiydi.

Daldığım düşüncelerden çıkıp kolyeyi çıkarmaya yeltendim.

Nazik bir sesle, "Dur yardım edeyim tatlım." dedi Kedi Kadın ve nihayet boynumdaki ağırlıktan kurtuldum.

Sonra manalı bir şekilde kaşlarını kaldırıp, "Biz kadınlar, bazen böyle kendimizi şımartmalıyız değil mi ama?'" dedi gülerek.

Alamayacağım bir kolyeyi deneyerek kendimi şımartacağımı düşünüyordu. Tekrar düşündüm de kesinlikle iyi bir satıcı değildi.

Ona yapmacık olduğunu anlayabileceği bir gülümseme gönderip, cevap vermeden kitaplara yöneldim.

Bu sefer gerçekten bir aşk romanı almaya gelmiştim aslında ama Kedi Kadın yine dibimde bitip, elinde kesinlikle çok güzel aşk romanları olduğundan bahsetmeye başlayınca, 'Ölümsüzler' diye bir kitap alıp çıktım dükkândan. Konusu tabi ki ölümsüzlerdi...

Ertesi gün kitabımla ve elmamla ormana gittim. Tuzaklarımı kurdum ve kitabımı okumak için ağacımın gövdesine yaslanarak oturdum.

Birkaç dakika sonra duyduğum hışırtıyla anında ayağa fırladım. 

Kahretsin! 

Bir hayvan mıydı? 

Ormanda vahşi hayvanlar olduğu söyleniyordu ama ben ne denk gelmiş, nede bir ize rastlamıştım. Tabi Lance'i saymazsam... Bu yüzden doğru olmadığını düşünmüştüm.

Belki de çok daha korkunç bir şeydi; bir Rakshasa ya da Kravyad'dı ve beni yine avlanıyordum.'

Gözlerim korkuyla tuzağıma kaydığı sırada aynı sesi arkamda tekrar duydum ve o tarafa döndüm, sonra solumdan, sonra yine arkamdan geldi ses sırasıyla...

Bu bir hayvan olamazdı... 

Siktir! İşte şimdi boku yemiştim.

Tam kaçmayı düşünüyordum ki; arkamdan bir şey sertçe bana çarpıp, bedenimi hemen önümde duran ağaçla kendisi arasına sıkıştırdı. Canım yanmamıştı ama rahat da değildim. Derin bir nefes alınca o tanıdık kokusu burnuma geldi. 

Yutkundum. O mükemmel koku... 

Bu karnımda çırpınan kanatların hızla güneye ilerlemesine sebep oldu ve kalbim göğsümde gümbürdeyerek beklerken konuştu. "Sana buraya bir daha gelme demiştim." dedi hırıltılı bir sesiyle. 

EVA +18 (Avesta Serisi 1. Kitap)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin