Göğsüm yanıyor, gözyaşlarımı tutmaya çalışmak canımı yakıyordu. Gözlerimi kapatarak toparlanmaya çalıştım. Elimle duvardan destek almadan dengede durabilmem neredeyse imkânsızdı.
İnanamıyordum, ben Saya'yı annem yerine koymuş ve güvenmiştim. Oysa bana hep yalan mı söylemişti?
Sesimdeki titremeye engel olmaya bile çalışmadan, "Benim, Kain'i görmem lazım Ingrid. Sen odamda bekle istersen." diyerek ondan bir cevap beklemeden, sanki uyuşmuş gibi Kain'in çalışma odasına doğru gittim. Odaya yaklaştıkça boynumdaki iz kaşınır gibi sızlıyordu.
Çift taraflı kapılardan geçince içerisinin boş olduğunu gördüm. Hep kapıda bekleyen, Lance ve Alec bile yoktu.
Çalışma odasının kapısını açmak için tokmağı çevirdim ama kilitliydi. Kaşlarımı çatarak tam elimi çekerken ise birden açılıverdi. Samira, önüne bile bakmadan eliyle elbisesinden taşmış göğüslerini yerine sokmaya çalışıyordu. Omzunun üstündense Kain'i görebiliyordum. Masasına dayanmış, kafası öne eğik bir şekilde gömleğini pantolonunun içine sokuşturmaya çalışıyordu. Anında karnıma sert bir tekme yediğimi hissettim.
Kain'in elleri bir anda hareket etmeyi kesti. Bana bakmasa da kesinlikle burada olduğumu biliyordu. Geldiğimi de fark etmemişti çünkü fazlasıyla meşguldü. Samira o an kafasını kaldırıp beni gördü ve kapı çerçevesine yaslanarak küstah bir tavırla, "Ah gelinin de gelmiş Kain. Belki onu benimle paylaşırsın." dedi.
Bana söz vermişti!
Bana kimse olmayacak diye söz vermişti...
Ancak, işe bak ki geldiğimiz nokta buydu.
Kain bir cevap vermesini beklemeden dönüp odadan çıktım. Akıtmamak için uğraştığım gözyaşlarım hala gözümü yakıyordu.
Bu lanet yerden uzaklaşmam, nefes almam gerekiyordu. Doğruca ahırlara yöneldim. Bacaklarım beni kaleden yeterince hızlı uzaklaştırmıyor gibiydi. Seyisin atımı hazırlamasını beklemek istemiyordum. Eyersiz binip dörtnala ormana doğru sürdüm atımı...
Neyse ki geçtiğim hiçbir kapıda durdurulmadan kendimi dışarıya atabilmiştim.
Yol boyunca kafamdaki düşüncelere gömüldüm. Ben kimseye karşı kolay kolay kötü duygular beslemezdim, hatta nefret bile etmem zordu. Bana yaptıklarına rağmen nefret ettiğimi düşündüğüm Darshup ve adamlarına olanlara bile üzülecek kadar merhametim vardı. Ancak o an; Saya'dan da, Kain'den de nefret ettiğimi düşünüyordum.
İçimde katıksız bir öfke vardı. Kullanılmaktan, yalan söylenen olmaktan bıkmıştım. Ruhumda güzel olduğunu ve beni iyi bir insan yaptığını düşündüğüm ne varsa, art niyetleriyle kirletmelerinden sıkılmıştım.
Hayat yaptığımız seçimlerse eğer; bu yolu seçen bir nokta da ben olmamış, bir şekilde bunu seçmeye mecbur kalmıştım. Belki de sırf bu yüzden aynadaki halim bana hala yabancıydı. Beni o köle evinden seçen Saya, o kadar uzak kalmaya çalışmama rağmen bir şekilde peşimi bırakmayan ise Kain olmuştu.
Elbette bir noktadan sonra ona direnmeye çalışmam boşa bir çaba olmuş, kendimi olayların akışına bırakmayı çok daha kolay bulmuştum. Sonra Saya, çekip giderek beni Kain'in önüne atmıştı ve çocukların ortaya konduğu bir pazarlıkla tüm iplerimi Kain'in eline vermeye mecbur kalmıştım.
O halde belki de, bazen hayat yaptığımız seçimler değildi. Bazen, zorla sokulduğumuz yolda yaşamaya ve alışmaya çalışma mücadelesiydi. Ta ki tekrar ipleri ele alana kadar... Ancak o günlerin geleceğiyle ilgili ümide kapılmamaya çalışıyor. Baş belası umudu düşüncelerimden uzak tutmak için elimden geleni yapıyordum.
Ormana gelince hiç duraksamadan ağaçların arasına daldım. Bu kadar hızlı gitmemin tehlikeli olduğunu biliyordum ama umursamadım.
Gözyaşlarımdan artık önümü görememeye başlarken, atımı yavaşlatıp durdurarak bir ağacın altına attım kendimi. Bacaklarımı kendime çekerek kollarımı doladım ve ağlamaya devam ettim. Ne kadar uzunca bir süre öylece kaldığımla ilgili hiçbir fikrim yoktu, ancak içimde ne varsa atmam ve bunun içinde yalnız olmam gerekiyordu. Bu benim için kırılgan bir andı ve kimsenin beni böyle görmesini istemiyordum.
Saya'nın, beni bırakmasıyla ilgili tüm bahanelerimden kurtuldum önce. Bir gün geri dönüp beni bulacağıyla ve gerçekten bir açıklaması olacağıyla ilgili hayallerimi yaktım. Ona karşı beslediğim tüm sevgi, tüm saygı ve tüm güven yanıp kül olurken öylece ağlamaya devam ettim.
Sonra Kain ile ilgili tüm beklentilerimden kurtuldum. Kendime neden hala burada olduğumu ve anlaşmamızın şartlarını hatırlattım. Eğer bu kadar sulu gözlü olup, duygusal davranacaksam burada asla yaşayamaz, asla hayatta kalamazdım.
Hayatta kalmak, o an benim için bir şekilde hala önemliydi. İnsansı bir içgüdüydü. Ancak çok kısa bir süre sonra, ruhumla birlikte bu içgüdümü bile kaybedecektim..
Tam umarım takip edilmemişimdir diye düşünürken, bir anda o sesi duydum...
Sanki ruh halimi yansıtan ve ıslıkla çalınan hüzünlü bir melodiydi. Hızla kafamı kaldırıp, etrafıma baktım ama hiç kimse yoktu. Ya kafayı iyice sıyırdım, ya da rüzgâr diye düşünmeye başladığım ansa aynı melodiyi tekrar duydum.
Sonra aniden, önümdeki topraktan ufacık bir filizin yavaş yavaş yukarı doğru çıkmaya ve gittikçe büyümeye başlamasını nefesimi bile tutarak izledim.
Önce birkaç yaprak, sonra tepesinde minicik bir yumurtaya benzeyen tomurcuğu oluştu. Yaprakları açmayı tamamlayınca, tomurcuktaki çanak yapraklar düştü ve altından çıkan kırmızı taç yaprakları yavaşça açılmaya başladı.
Tanrılar aşkına! Bu bir gelincikti...
Gözlerimi kırpıştırarak şok içinde çiçeğe baktım. Bu normal olamazdı değil mi? Gelincikler böyle aniden büyümezlerdi. Elimi gerçek olmamasından korkar gibi yavaşça uzatıp, çiçeğin taç yapraklarına hafifçe dokundum.
Bunu ben mi yapmıştım?
Peki, ya o ıslıkla çalınan melodi de neyin nesiydi?
O an zihnimi yoran tüm iç karartıcı düşüncelerimin hepsi birden gidivermiş ve sanki yerlerini huzura bırakmışlar gibiydi. Gülümseyerek "Merhaba." dedim çiçeğe ve nazikçe yapraklarını okşamaya devam ettim...
"Önce ağaçları elliyorsun, şimdi de çiçeklerle konuşuyorsun. Bir daha ki sefere seni bir ağaca sürtünürken bulmaktan korkuyorum."
Ben bir cevap vermeyince, "Umarım hala bir Elf olduğunu düşünmüyorsundur." dedi alayla Duncan.
"Hayır." dedim düz bie sesle ona bakmadan. "Düşünmüyorum."
Bunu nasıl yapmıştım peki?
"Güzel. Peki, artık iyiysen gidebilir miyiz?"
Ona yandan ters bir bakış attım ama "Tüylerimi ürpertiyor burası." derken bir yandan da oyuncu bir tavırla titrer gibi yapmasına kendime engel olamadan gülümsedim. Görüntüsüyle bile, "Ben tehlikeliyim" diye bas bas bağıran koca Kravyad, beni neşelendirmeye çalışıyordu demek... Belki de onunla gerçekten dost olabilirdim.
Lütfen aklınıza takılan bir şey olduğunda yorumlarda benimle paylaşın, cevap vermekten mutluluk duyarım.
Olumsuz her eleştirinizle kendimi ve kitabımı geliştirmemi sağlarken, her olumlu düşüncenizle günümü aydınlatırsınız.
Kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere...
![](https://img.wattpad.com/cover/263204351-288-k454488.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EVA +18 (Avesta Serisi 1. Kitap)
ФэнтезиKitap +18 içeriklidir ve yetişkinler içindir. Ölümsüzlerin hâkim olduğu acımasız Avesta topraklarında, insanların çok fazla seçeneği yoktu. Ya açlık ve sefalet içinde yaşayacaklardı, ya da özgürlüklerinden vazgeçip köle olmak zorundalardı. Bu yeni d...