Saya gideli yedi hafta olmuştu ve artık biliyordum ki çoktan dönmüş olması gerekiyordu. Bu süreçte ise Lance beni yalnız bırakmamakta kararlıydı. Genellikle; sabahları ben uyuduktan sonra gidiyor, bazen akşama kadar gelmiyor, bazense birkaç saat sonra ortaya çıkıveriyordu. Her gün uyandığımdaysa, yiyecek dolu sepetleri masanın yanında buluyordum.
Uyandığımda Lance'in yanımda olduğu günlerden birinin sabahında, uyanır uyanmaz yaptığım ilk iş olarak içtiğim ilacı görüp, yanıma gelmiş ve şişenin mantarını açmaya gerek duymadan hafifçe burnuna yaklaştırarak koklayıp yüzünü buruşturarak, "Bu da ne?" diye sormuştu.
Gülerek, ona melez olsun olmasın bir bebek için yaşımın henüz genç olduğunu ve bu ilacın da bunu garantiye aldığını söylemiştim. Bana tuhaf bir bakış atıp kafasını onaylar gibi sallasa da bir cevap vermemişti.
O yedinci haftanın son gecesinde, ikimizde çıplaktık ve kendimi oldukça memnun hissediyordum. Sarmaş dolaş bir şekilde kafam göğsüne yaslanmış yerde uzanıyorduk. Elimle dalgın bir şekilde boynumdaki madalyonla oynuyordum. Sonra aklıma gelen düşünceyle kafamı kaldırıp Lance'e baktım. Gözleri resmen mutluluktan ışıldıyordu. Soracağım sorunun keyifli ruh halini bozmamasını ümit ederek, üstümdeki örtüyle beraber doğrulup duvara yaslandım ve "Lance senin evin nerede?" diye sordum.
Yattığı yerden bana muzip gözlerle bakıp hafifçe sırıttı. "Yoksa yine beni kovmaya mı çalışıyorsun Eva?"
Sesinde duyduğum sitem karşısında istemsizce sırıttım. "Hayır, tabi ki kovmuyorum. Sadece merak ediyorum."
Neden bahsettiğimi anlamamış olsa gerek. Gözlerini birkaç defa kırpıştırdı ve "Shadowmon'da tabi ki." diye cevap verdi ciddi bir şekilde.
Ellerimi iki yana açıp anlamasını umdum, "Yani nerede? Orada sarayda mı kalıyorsun? Ya da yakınlarında bir evin mi var?" duraksadım ve kafam karışmış gibi ona bakıp, "Açıkçası Rakshasaların nasıl yaşadıklarını bilmiyorum, Shadowmon'u hiç görmedim." diye ekledim.
Doğrularak benim gibi oturdu. Bakışları bana döndüğünde yüzündeki ifade ciddiydi. "Sarayda lider dışında; ona yakın adamları, köleler ve askerler kalır." uzanıp elimi tuttu ve anlatmaya devam etti.
"Bunlar dışında elbette ki herkesin kendine ait evleri var. Kendi hayatı, kendi ev halkı, belki ailesi..." Göz kırparak, "Kedileri." dedi.
Sesinde hafif bir memnuniyet tınısı vardı. Benim dâhil olmadığım dünyasını merak etmiş olmam hoşuna gitmiş gibiydi.
"Yani hepimiz sürü gibi bir arada uyumuyoruz." deyip sonra yüzünü buruşturtarak, "Gerçi belki Samanalar arada öyle uyuyorlardır." demesine kıkırdadım.
"Peki, sen nerede kalıyorsun bu durumda? Senin de bir kedin var mı?"
Bakışları dikkatle yüzümde gezindi. "Kendi yerimde ve hayır bir kedim yok." Elimi tutarken başparmağıyla dalgın dalgın avucumda daireler çiziyordu.
"Annen ve baban?" diye sorunca başparmağı birden hareket etmeyi kesti. Tedirgin olduğunu hissettim ama yine de cevap verdi soruma.
"Annem ve babam çok uzun zaman önce öldü."
Rakshasalar ölümsüzdü. Bu da demek oluyordu ki büyük ihtimalle öldürülmüşlerdi. Muhtemelen de Ahura ile olan savaşta. Ancak bu konuyu iyice kurcalayıp canını sıkmak istemiyordum.
Bu yüzden, "Senin için zor olmuştur." demekle yetindim. Cevap vermek yerine bakışlarını kaçırarak omuzlarını silkti sadece.
Birkaç uzun saniye düşündükten sonra, "Senin kendi ev halkın var mı peki?" diye sordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EVA +18 (Avesta Serisi 1. Kitap)
FantasiaKitap +18 içeriklidir ve yetişkinler içindir. Ölümsüzlerin hâkim olduğu acımasız Avesta topraklarında, insanların çok fazla seçeneği yoktu. Ya açlık ve sefalet içinde yaşayacaklardı, ya da özgürlüklerinden vazgeçip köle olmak zorundalardı. Bu yeni d...