Biri eski bir profesör ve kurtadam diğeri ise Ölüm Yiyen akrabaları tarafından yetiştirilmiş bir metamorphagus. Aydınlığın ve karanlığın savaşında birlikte olmaları için bir sürü engel var ve bunlar görüldüğü kadar basit şeyler değil.
_____________...
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Bulutlar bir kez daha farklı farklı şekiller oluşturarak dağıldı ve Remus bir kez daha kendini düzeltip yere bastı. Bu kez özellikle öğrencilik zamanlarından oldukça aşina olduğu bir yerdeydi: Dumbledore'un odası.
Tüneğinde uyuklayan Fawkes'ten ince bacaklı sehpalarında kendi hallerinde çalışan gümüş aletlere ya da taht benzeri sandalyesinde kendi kendine bir şeyler mırıldanan Dumbledore'a kadar her şey hâlâ aynıydı. Her şey normal halindeydi.
" Çay istemediğine emin misin, Nymphadora?" Dumbledore'un kibar, yaşlılara özgü hafif boğuk sesi birden sessizliği yararak konuştu ve Remus o zaman bir köşede ellerini önünde kavuşturmuş, Phineas Nigellus'un portresinin önünde duran kadını fark etti.
Cübbesi ve saçları o kadar koyuydu ki Dumbledore'un gece vakti hafif karanlık odasıyla bütünlemişti âdeta. Tonks yavaşça arkasına döndü ve sanki bir hayal olup olmadığını anlamaya çalışıyormuş gibi yaşlı okul müdürünün buruşuk yüzüne dikkatle baktı. Dumbledore hâlâ ona derin bir şefkat ve kibarlıkla gülümsüyordu.
Bir süre müdürün yüzüne bakmayı sürdürdü sonra da ağlamaktan kısılmış gibi bir sesle
" Hayır, teşekkürler. " diye mırıldandı, az önce dikkatle adamı inceleyen o değilmiş gibi şimdi bakışlarını kaçırıp birbirinden değişik aletlere bakıyordu.
Yine de Remus onun yüzünün ve ifadesinin ayrıntılarını net bir şekilde seçebildi; gözlerinin hafiften feri sönmüştü ve altlarında günlerdir uyumamış gibi kara torbalar vardı, dudakları çatlamıştı ve yanaklarında neredeyse hiç et kalmamıştı. Kelimenin tam anlamıyla bir iskelet gibiydi.
Remus yüzünü buruşturdu ve gözyaşlarını geri itmeye çalıştı, buna rağmen bir kaç damla tuzlu yaş yanaklarından süzülüp kirli yakasına damladı. Eli kendine hakim olamayıp kalktı ve Tonks'un yüzüne uzandı ancak sadece kadının yüzünün içinden geçip gitti.
" Eh, o zaman ,lütfen beni mazur gör, sorunun ne olduğunu sormaya başlayabilir miyim? Görüyorsun ya elim..." dedi Dumbledore ve kurumuş ve yanmış elini hafifçe kaldırıp indirdi " Artık beni olduğundan daha fazla yoruyor. "
Tonks başını hafifçe salladı. Sonunda müdürün yüzüne baktı.
" Ben sadece... içimde bir... " burada duraksadı ve derin bir nefes aldı ve bu kez daha kararlı bir şekilde Dumbledore'un gece yarısı mavisi gözlerine baktı
" Albus, sen emin misin?"
" Snape'in beni öldürmesi konusunda mı? Nymphadora bunu daha önce de konuştuk. Biliyorsun ki-"
" Hayır, o değil!" Tonks gereğinden daha yüksek sesle neredeyse bağırdı ve neredeyse anında solgun yanaklarında bir kızarıklık oluştu. Tekrar konuştuğunda sesi daha kibar ve alçaktı
" Diğer konu. Benim Snape'i izlemem konusunda emin misin? Başka bi-"
" Maalesef başka bir yolu varsa bile bu riske girmek olur. Hafızam beni yanıltmıyorsa - ki pek yanıltmaz, bunu daha önce de konuştuk sevgili Nymphadora. Haksız mıyım? " yarım ay şeklindeki gözlüklerinin üzerinden Tonks'a baktı.