Barlas, "Ee anlatmayacak mısın?" diye sorunca "Daha çok taze olay. Bence yarın tişörtünü sana geri iade ederken bir yere oturup sana derdimi anlatabilirim." dedim.
Barlas, "Doğruyu söyle. Bir daha benimle takılmak için bunu yapıyorsun, değil mi?" diye sorunca güldüm.
"Beni yakaladın."
"Zaten yere oturmak benim gibi bir prensese göre değildi." diyerek ayağa kalkan Barlas'a "Hani prenses değildin." dedim.
"Ben öyle bir şey iddia etmedim. Ben cilveli bir prensesim." diyerek saçını kulağının arkasına attırınca kahkaha attım.
"O cilveli prenses benimle yarın sınavımdan sonra buluşacak mı peki? Yoksa tişörtünü sahipleneyim mi?" diye sordum.
"Tişört işini düşünebiliriz ama buluşabiliriz."
"Peki öyleyse. Yarın görüşürüz." dedim.
"Görüşürüz."
Barlas arkasını döndüğünde ellerini ceplerine koydu ve yürümeye başladı.
Ne kadar gülüp eğlensem de içimdeki acı geçmiyordu.
Bu yaşıma kadar hiç meslek tercihi de yapmamıştım.
Hep bir element seçip element akademisine gideceğimi, sonrasında meslek için ek bir okul okuyacağımı düşünürdüm.
Şimdi ise direkt bir meslek okuluna gidecektim.
Sıkıntıyla ofladım.
Acaba hangi meslek bana uygun olurdu? Hangi mesleği güzel yapabilirdim?
Bir dükkan açıp ticaret mi yapsaydım? Ah, hayır. Bu benlik değil.
Babam gibi yönetici olsam nasıl olurdum? Büyük ihtimalle öğrencilerle uğraşmaktan tiksinirdim. Kim onlarla uğraşır?
Annemin askerlik anılarını her dinlediğimde hayran kalıyordum ama o kadar disipline gelemezdim.
Aslında Dilay Teyze'yi hep idol olarak görürdüm ve onun askeriyede verdiği disiplin hoşuma giderdi.
Birilerini yönetmeyi ben de severdim ama askeriye bana göre çok disiplinliydi.
Siyasete mi atılsam ki?
Kendime alay ederek güldüm.
"Saçmalama Meva. Sen kim siyaset kim? İlk günden rezil rüsva olursun."
Gülmem durduğunda derin bir nefes aldım. Bir meslek sahibi olmak istiyordum ama bana uygun olan meslek ne?
Böyle giderse yarın sınavda puanım nereye uygun olursa birkaç yer sallardım ve rastgele bir yere gitmek istemiyordum.
Annem gibi bir hedef belirlemeyi ve o hedefi gerçekleştirmek için çalışmak istiyorum.
"Meva."
İsmimi duyduğumda başımı kaldırdım. Karşımda bir hayalet gördüğümde çığlık atarak ayağa kalktım.
Mavi renkteydi. Şeffaf olmasından dolayı arkası görünebiliyordu.
Yoksa bu bir film yansıması mıydı?
Hangi yarım akıllı sihirli ormana film yansıtırdı? Yine de çevreme baktım.
"Meva bana döner misin?"
Korkuyla hayalete baktım. Bir yerden tanıyordum ama nereden?
Kaşlarımı çatarak ona bakmaya başladım. Gözleri, yüz şekli, saçları... Daha önce başka bir yerde görmüştüm.
"Beni tanıyamadın mı?"
"Sen konuşuyorsun. Zehrin etkisi devam ediyor olmalı. Şifahaneye gitmeliyim."
"Zehrin etkisinde falan değilsin. Ben gerçeğim ve sen beni görebilen tek canlısın." dediğinde güldüm.
"Şaka yapıyor olmalısın. Ah gerçekten kafayı yiyeceğim. Kim bana şaka yapmaya çalışıyor?" dedim ve arkamı döndüm.
Çevrede insan arıyordum.
"Kimse sana şaka yapmıyor. Bu senin özel gücün."
"İlk olarak ben bir güç taşı elde edemedim. İkincisi hiçbir gücün özelliğinde böyle mavi hayaletler görmek yok. Şimdi bana kim şaka yapıyorsa ortaya çıksın. Ben bulursam kötü olur."
Hayalet dediklerime itiraz edecekken "Yüzün çok tanıdık. Yaşayan biri olduğuna eminim. Seni daha önce gördüm." dedim.
Bu dediğim hoşuma gitmişti.
"Meva bana tekrardan bakıp nereden tanıdığını söyler misin? Bence nereden tanıdığını hatırlarsan işimiz kolaylaşacak." dediğinde ona daha da dikkat ederek bakmaya başladım.
Nereden tanıdığımı anladığımda "Sen..." dedim ve devamını getiremedim.
Yaşadığım şok ayakta durmamı bile engellerken dizlerimin üzerine düştüm.
"Ben?"
"Sen osun."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ruh Temsilcisi
FantasyTüm ara elementlerin koruyucu hayvanını canlandırmak için çalışan bir gezegende doğan ana karakterimiz element taşını bulmak için girdiği sihirli ormanda beklenen kişi olduğunu öğrenir. "Güneş Parlarken" adlı kitabın ikinci kitabıdır.