Hafta sonuna güzel başlamanız dileği ile^^ ;
---
Mutluluğa kavuşmak terimin hiçbir zaman tam olarak gerçekleşemediği bir yerdir dünya. Zalim, korkutucu ve iyiyle kötünün ayrımının yapıldığı bir yer. Kesinlikle adaletsiz.
İçinde yaşayan minik karıncalar oluyoruz zaman zaman. Zaman zaman ise dağların karşı koyamadı güçte bir obje.
Her objenin bir krallığı var. Herkes kendi hükmünü sürüyor. Kendi iç sesiyle hükmediyor krallığına.
Kiminin ise gözü yok krallıklarda, saraylarda. Beden bütünlüğü vardır ya hani, birinin bedeniyle tam tamına uyarsınız. Aynı onun gibi. Kendi eşini arıyor ve bulunca da samanlıklara sığınıyor hayatının geri kalanında.
Kimse bilmiyor tabi o samanlık, aslında bir saray. Aslında bir ordu. Aslında bir halk. Aslında bir dünya. Bir bütün. Kimsenin ne olduğunu bilemiyoruz. Dışı gülerken içinden küfür mu ediyor bilemeyiz.
Küçük çocukların içlerinde hep bir kuşku vardır;' ya annem kardeşimi benden çok seviyorsa?' diye. Çocuk bunu bilemez.
Sokakta karşılaştığın birinin samimiyetten mi, mecburiyetten mi sana selam verdiğini bilemezsin.
Bir morg çalışanının işini sevip sevmediğini bilemezsin.
Babanın senin hakkında ne düşündüğünü bilemezsin. Ki en çok korkulan şeydir, babaya laik olamamak. Babanın neyden hoşlanıp neyden hoşlanmadığını hiçbir zaman tam olarak bilemezsin.
Sevgilinin seni sevip sevmediğini bilemezsin.
Ama tüm bunlara rağmen, kalp var ya hani. Günde ortalama 129.600 kez atan, hayat ağacı olarak bilinen organ.
İşte onun sayesinde hissedersin.
O sana derki, eğer deli gibi atmıyorsam sevmiyor seni. Sevmiyorsun onu.
Adımlarımız, kafeteryaya doğru ilerlerken, kazağımı düzeltme bahanesiyle elimi kalbime kaydırdım yavaşça. Kalbim bana diyordu ki;
Sen onu her gördüğünde böyle atıyor zaten.
Gülümseyerek çektim elimi. Diğer elim ise Kaanın parmaklarının arasında, onun güçlü parmaklarıyla sımsıkı sarılmış bir şekilde duruyordu.
Dokunmak nasıl bir histi böyle? Bu kadar etkileyici, bu kadar öldürücü olması nedendi?
Tırnağının ucuna kadar, sevgiyle, kıyamıyormuş gibi dokunuyordu elleri. Basit bir el tutuşma değildi yani. Onun o gücü temsil eden dikkat çekici bedeninin yanında kalan, benim Kaan'a göre küçük olan bedenimi , ruhumla birlikte sahiplendiğini bağırıyordu çevreye.
Tutuşu bir yandan o kadar sert, bir yandan da o kadar sevgi doluydu ki, nasıl böyle bir çelişkiye yakalanabiliyordum bilmiyordum. Bu insanlığın en bilinmez gerçeğiydi.
Başparmağımla elinin üzerini okşadım birkaç saniye. Başını çevirip bana baktı, ve işaret parmağını ellerimizin arasından avucumun içine yönlendirip, avucumun içine hayali şekiller çizmeye başladı. Önüne dönmüştü geri. Bana baktığında gülumsemese de, hatta başka biri tarafından gayet umursamazca olarak gözükse de, ben o minik sırıtmayı yakalamıştım gözlerinde.
Kafeteryaya kadar sorunsuz olan ilerlememiz, bir kızın dönerken bana sertçe çarpmasıyla son buldu.
Emin değildim ama omzumu neredeyse çıkaracak gibi çarptığı için sanırım bilerek yapmıştı.
Ağzımdan bir acı nidası döküldü, çünkü çantamın askısının demiri sivri ucuyla omzuma batmıştı. Kaanın elindeki elim, istemsizce omzuma gitti. Kıza gıcık olmasam ağlayacaktım. Amerikan futbolundaki bariyer adamlar gibi çarpmıştı neredeyse.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ #Wattys2016
Ficção AdolescenteŞarap rengi yalnızlığın içinde siyah bir boşluktayım, oturuyorum. Gözlerimin mavisi soluk. Dudaklarımda kan tadı var, emdikçe kokusunu da alıyorum. Uzuvlarım kımıldamak için gün batıracakken, güneş batmamak için ay taklidi yapıyor. Dünya bana ters d...