49. Bölüm

78.3K 2.1K 274
                                    

Gözlerim korkuyla büyürken, kalbimin atışını her hücremde hissetmeye başlamıştım.

Kendime kûfür ettim. Kaan benden korkmamamı istemişti, ama ben onu bile yapamamıştım. Kaanın eli sanki bunu anlamışçasına elimi daha sıkı kavrarken, titrediğini fark ettim. Nedensiz bir şekilde içimi bir üşüme kaplamıştı.

Elinde incelediği siyah vazoyu, yerine geri koyduktan sonra bize döndü.

"Güzel bir zevkiniz var. Beğendim."

Konuşmasın istiyordum. Korkuyordum.

Kaan beni çekip koltuğa oturttuktan sonra, yanıma oturup, babasının da oturmasını bekledi.

Adam oturup elini tekli koltuğumuzun koluna koydu, ve kumaşı eliyle okşadı. "Evinizi sevdim." dedi gözlerini etrafta gezdirirken. "Sıcak bir havası var."

"Sağol." dedi Kaan soğukça. Sesindeki nefret beni bile titretmişti. Ellerimi kucağımda birleştirip birkaç derin nefes aldım.

"Hazırsanız çıkalım?" dedi ruhsuzca gülümseyip. Nereye gidecektik?

Başımı Kaan'a çevirdiğimde, herhangi bir mimik yapmasa da, sakin olmam gerektiğini gözleriyle anlatmıştı bana. Başımı hafifçe salladım.

Yerimden kalkıp giysi odasına geçtim, ve ilk gördüğüm siyah botları ayağıma geçirip Kaan içinde siyah bir bot aldım.

Kaan odaya geldiğinde, stresten dolayı karnıma giren sancıyı boş vererek elini tuttum. "Nereye gideceğiz?"

"Bir işi halletmeye." dedi. Sesi farklı çıkıyordu. Yumuşak değildi.

"Gitmek zorunda mıyız?" dediğimde bir cevap vermedi. Ya zorunda olmak onu geriyordu, ya da o iş her neyse onu yapmak istiyordu.

Nefesimi tutup başımı salladım. Üzerime siyah şişme montumu geçirdim, ve çanta almaya gerek duymadım. Başıma siyah bir bere takıp, sabah fönlediğim saçlarımı sağ omzuma attım. Telefonumuda montumun cebine koydum.

Kaanda o sırada siyah deri bir ceket, ve çıkardığım botları giymişti.

Südyenimin içinde duran kağıt aklıma gelince, Kaan'ı durdurup sordum.

"O kağıt neydi?"

"Güvende durması gereken bir kağıt." dedi sert bakışlarıyla. Titrek bir nefes aldım.

"Ya orada olduğunu öğrenirlerse?" diye sordum kısık bir sesle. Elimle südyenimi işaret etmiştim.

Kaşlarını çatıp başını iki yana salladı. "Sana dokunmaya cesaret edemez. Ve... Nerden anlayacak Allah aşkına?"

Zaten stresliydi, iyice bozuyordum moralini.

"Tamam tamam." dedim hızlı hızlı. "Kızma."

Elimi yanağına koyup yeni çıkan kirli sakallarını okşadım. "Bir an önce eve gelelim tamam mı?" diye sordum elimle yanağını okşarken.

Gözlerini kapayıp başını aşağı yukarı salladı.

"Sonra sen bana ne olduğunu anlat.". Başını tekrar aşağı yukarı salladığında, uzanıp yanağını sıkıca öptüm.

"Gidelim o zaman.". Bunu diyen ben miydim gerçekten?

Kendime bazen şaşırıyorum.

Gözlerimin içine bakarak şakağımı öptükten sonra, başımdaki bereyle, kulaklarımı düzgünce kapattı. Elimi tutup beni odadan çıkarırken, ışığı da kapamıştı.

İşte gidiyorduk. Tabi ben nereye olduğunu bilmiyordum. Bildiğim tek şey bir oda ötedeki yatağımıza girip sıkı sıkı sarılarak uyumak istememdi.

SERSERİ #Wattys2016Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin