Arkadaşlar ben bebeklere olan sevgimi gösteremem ama, bebeklere karşı çok hassasım. İçinde bebek olan korku filmleri izleyemem, bebek ağlaması duyunca içim ürperir, bebek resimlerine gözlerimi kaçıra kaçıra bakarım. Garip gelecek belki ama izlediğim filmler yüzünden bu konuda çok hassasım.
Bölûmü yazarken aşırı duygulandım ve dakikalardır ağlıyorum. Lütfen bölümün duygusunu vererek, sessiz ve karanlık bir yere geçerek okuyun.
İyi okumalar;
...
Kalbinin atışı değişiyorsa, seviyorsun.
Gerçekten sevip sevmediğini anlamanın basit ve kolay bir çözümü. Bu konuya hep değinirim.
Her aklıma geldiğinde yaptığım gibi, elim tekrardan kalbimin üzerindeyken, tenini okşayarak Kaan'ın göğsüne kaydırdım elimi.
Dudaklarımız rotasını ezberlemiş bir gemi gibi kendiliğinden dans ederken, onun kalp atışlarının hızına da kendim tekrar tekrar şahit oldum. Dudakları dudaklarımdayken, gülümsedim.
Yüzümü okşayan parmaklarını hareketsiz bırakıp , birkaç saniye dudaklarımı, ve yüzümü en ince ayrıntısına kadar inceledikten sonra üzerimden yana doğru kaydı, ve beni göğsüne çekip kollarını sardı etrafıma.
"Neye gülüyorsun sen?" Nefesini boynuma bahşederek konuşmuştu.
"Hiç." Dedim fısıltı gibi. "Mutluyum, o yüzden."
"Öyle olsun."
Gidip gitmeyeceğimiz tam kesinleşmemişti. Kaan buna pek olumsuz bakmıyordu aslında. Amerikaymış, Parismiş, Miami'ymiş falan, bunları gezmektense Türkiye'nin farklı kesimlerini gezmeyi tercih ettiğini söylemişti. Ama yinede ne kadar ısrar etsem de yolculuk yapmamı istemiyordu. Bünyem zayıfmış da, daha yeni kilo kilo dayak yemişimde, yürüyemiyormuşumda tatil mi düşünüyormuşum ben, yok final haftası final haftası diye başının etini yiyormuşumda şimdi de final haftasında kaytarıyormuşum.
Ulan sen dedin yürüyemiyorum!
"Meyve ister misin?"
"Hayır."
"Getirebilirim." Diye direttiğinde, yorgana daha sıkı sarılarak Kaan'a biraz daha sokuldum.
"Saat kaç oldu Kaan. Gerek yok bu saatte, uyuyor herkes."
Parmaklarımı, kolundaki tüylerin üzerinde gezdiriyordum. Nefes alacak halim yoktu neredeyse ama ona dokunmak için herzaman enerjim oluyordu.
Bundan nasıl mahrum kalırım ki?
"Onlardan bize ne? Biz mi istedik buraya gelmek?" Ses tonu aksi ve sert, ve yüksek çıkmıştı. Arkamda olduğu için yüzünü göremiyordum ama kaşlarını çattığına emindim.
"Şş." Diye fısıldadım, en azından biraz daha sessiz olması için. Gece gece odaya baskın yapılsın istemezdim değil mi?
Özellikle Haluk Bey tarafından.
Haluk demişken, o konu daha bir farklıydı. Haluk Bey'i anlayacak gibiydim ama hala karmaşanın kendisiydi. Herşey unutulmuş, sanki hiç yaşanmamış gibi davranmak hiçbir şeyin çözümü olmuyordu.
O görmüyordu belki ama, Kaanda kapanmayan yaralar olduğunu ben görüyordum. Beni o depoda, Özgür Taştan'ın adamlarına verdiklerinde, Kaan'ın haykırışlarından ve gözlerimden anlamıştım kapanmayan yaraların kabuk bile bağlamayacağını. Zamanla acısı hafiflerdi elbet. Yinede hiçbir zaman pürüzsüz olmayacaktı. Haluk Bey kendi oğlunu kendi kaybetmişti. Kaan'ın ne suçu vardı Allah aşkına? Bu kadar kirli iş yapmayı önüne seçenek olarak koysalar elinin tersiyle iterdi o. Tek suçu mecbur bırakılmaktı bence. Özgür Taştan ve Haluk Arkın onu mecbur bırakmışlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ #Wattys2016
Novela JuvenilŞarap rengi yalnızlığın içinde siyah bir boşluktayım, oturuyorum. Gözlerimin mavisi soluk. Dudaklarımda kan tadı var, emdikçe kokusunu da alıyorum. Uzuvlarım kımıldamak için gün batıracakken, güneş batmamak için ay taklidi yapıyor. Dünya bana ters d...