Sadece beş gün.
Sadece beş gün.
Sadece beş gün.
Ne Kaan'dan, ne Ünal Beyden haber alamadan geçirdiğimiz beş gün. Kaansız, onun o alaycı konuşmasını duymadan, Sırıtmasını görmeden, soğukluğunu hissetmeden , iyi olduğunu bilmeden geçirdiğim beş gün.
Varlığına alıştığım, gövdesine sığınmadan uyuyamadığım adamsız beş gün.
Çikolata kahvesi gözlerine taptığım adamsız beş gün.
Parmaklarımı tutam tutam saçlarının arasında gezdirmeye alışık olduğum adamsız beş gün.
Kahkahasını kulağıma kazıdığım adamsız beş gün.
Kokusu beni benden alan adamsız beş gün.
Delicesine özlediğim adamsız beş gün.
Sadece beş gün.
Özlemek değil mesele. Katlanırım elbet ama şu an nefes almıyor bile olabilirken ben burda habersiz onu bekliyorum ya, o çok kötü işte. Arayacağını söylese de, aramadı tahmin ettiğim gibi. Bu arada Mert ve Güven de sonunda gitti. Yine biz bize kaldık, ama eksik. Arda arada şakalaşıyor bizimle ama o kadar soğuk ki o da. Ev bile buz gibi geliyor Kaan yokken. Bencil. Bizi götürmeden nasıl gidebilir ki?
Okumaya çalıştığım, ama bir türlü odaklanamadığım, aslında bir cümlesini bile hatırlamadığım kitabımı kapattım ve yatağın bir köşesine bıraktım.
Çıplak ayaklarıma bir çorap geçirdim. Odamın kapısını her açışımda, Kaan'ın odasına gidip onu orada bulmayı hayal ediyordum, ama bu kadar basit degil malesef herşey.
Merdivenlerden iniyordum.Karşımdaki görüntü beş gündür stabildi. Arda televizyon izliyor gibi yapıyordu. Numara yaptığını anlıyordum çünkü belgesel kanalı izliyordu. Ceren ise beş gündür aynı dergiyi okuyordu. Yani tabi okuyorsa.
Dikkatlerini dağıtmadan koltuğa yığdım kendimi. Bakışlar bana kaysada yine önlerine, sessizliklerine gömüldüler. Televizyona katıldım. Bir hayvan belgeseliydi. Aslanlar ve zūrafalar. Aslında garip. Aslan, zürafadan daha küçük, ama daha güçlü. Gerçek dünyada da böyle mucizeler olabilseydi belki benimde bir şansım olabilirdi.
Zır zır çalan telefona aynı anda dikkat kesildik. Hepimiz aynı anda koltuklarımızda doğrulduk.
"Biri baksın artık."
Yutkunarak telefona uzandım. Ünal Bey.
"Ünal arıyor!" diye çığlık attım neredeyse. Hepimiz diken üzerine otururken belkide hepimizin kaderini belirleyecek olan aramayı cevaplayıp hoperlöre aldım.
"Alo?". Sesi nefes nefese ve gergindi. Bu hiç iyi değil.
"Ünal Bey?"
"Arya Hanım bana Arda Beyi verin lütfen." Telefonu Ardaya uzattım. Zaten hepimiz duyuyorduk.
"Sizi dinliyorum."
"İzini kaybettim. Beş gündür takip ettiğimi sanıyordum ama Kaan Bey anlamış olacak ki izini kaybettirdi. Kaldığı otelden çıkış yaptırmış. Bir de, Kaan Bey'in Özgūr Taşan'ın peşinde olmadığını öğrendim. Özgür Taştan, Kaan Bey'in Hollandaya gittiği günün akşamı Türkiyeye giriş yapmış. Kaan Bey başka bir iş çeviriyor ama ip ucu bırakmıyor. Birkaç adamla görüşme yaptı. Bir emanetten bahsettiklerini duydum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ #Wattys2016
Roman pour AdolescentsŞarap rengi yalnızlığın içinde siyah bir boşluktayım, oturuyorum. Gözlerimin mavisi soluk. Dudaklarımda kan tadı var, emdikçe kokusunu da alıyorum. Uzuvlarım kımıldamak için gün batıracakken, güneş batmamak için ay taklidi yapıyor. Dünya bana ters d...