MUTLAKA OKUYUN!
"Beş ay öncesi" diye yazdığım kısım yanlış anlaşılmış. Orayı başka bir türlü yazdım, anlaşılması için. Yeniden okuyun o kısmı MUTLAKA! Bu yüzden silip yeniden paylaşıyorum.
Aryayla Yeliz, orda Kaan'ı değil, Yelizin eniştesini konuşuyorlar. Yani Yelizin Ablasının kocasını. Önceki bölümlerden birinde bahsetmiştim. Yelizin eski sevgilisi, Yelizin ablasıyla Evlenme hazırlıkları yapıyordu hatırlarsanız.
YANİ ARYA O SÖZLERİ KAAN İÇİN SÖYLEMİYOR.
———-
'Beş buçuk ay' diye mırıldanırken kahvemden küçük bir yudum alıp önümdeki masaya koydum tekrar. Kollarımı, üzerimdeki Kaan kokan tişörte daha sıkı sararak gözlerimi kapadım. Hislerimi bir kez daha tarttım ve onu hala ne kadar özlediğimi bugün bilmem kaçıncı kez kendi kendime hatırlattıktan sonra elimi gözüme bastırarak ağlamamak için direndim.
Aylardan Eylül, günlerden çarşambaydı. Yaklaşık 24 haftadır, her hafta içi olduğu gibi kafamı dağıtmak adına okulun kafeteryasında oturuyordum. Kaan gittikten sonra tek başıma sokağa çıkmaya korkar olmuştum. Evden sonra gittiğim tek yer okul oluyordı. Akşam olsun da, sarılalım uyuyalım diye heveslenen ben, Yatağa girmeye korkar olmuştum. Duş almaktan bile nefret ediyordum çünkü tenime sinmiş kokusunu yavaş yavaş siliyordu su. Bedenimde bıraktığı duyguyu özlemiştim. Karnımın kasılmasını, içime yerleşen heyecan duygusunu, onu her gördüğümde deli gibi çarpan kalbimin verdiği hissi, Huzurun eş anlamlısı olan kokusunu, kaslı göğsünü ve oraya uzanmayı, binlerce kişiyi acımasızca yumruklayan, ama benim saçlarımı okşayan o güç temsili ellerini, Korku filmi izlediğimizde ve ben genelde korktuğumda, saçlarımı karıştırarak bana korkutucu şeyler söylemesini, sonra dayanamayıp kulağıma kulaklık takıp başımı boynuna yaslamasını, tahrik olduğunda gözlerinin siyahlaşmasını, sevişmek istediğinde sırnaşmasını, birlikte olduktan sonra bana beni sevdiğini fısıldayışını, gece üstümü açtığımda homurdanarak sıkı sıkıya örtmesini, Yelizle bir yere gideceğimdeki endişesini, korumaya yönelik tehditlerini, kıskançlıklarını, beni ben gibi hissettirmesini, bebeğimiz hakkında hayaller kurmasını, yılmadan, pes etmeden, beni bırakmamasını, sabahları benden önce uyanırsa, ben uyanana kadar beni izlemesi ve yavaş davranarak öpmesini, kumpire olan hayran bakışlarını, bir çocuk gördüğünde yumuşayan yüz ifadesini, beni insanlara karım diye tanıtmasını, evliymişiz gibi davranmasını, ayaklarını kucağıma uzatıp koltuğa yayılmasını, bana oturacak yer bırakmayıp beni göğsüne yatırışını, başka bir kadına yan gözle bile bakmayışını, dışarıya çıktığımızda beni kolunun altına alışını ve daha yüzlercesini sayabileceğim bir ton şeyi özlemiştim. Ben Kaan'ı özlemiştim.
"Küçük prenses." Aşağılayıcı ve pislik sesi kulaklarımı doldururken, bir kez daha Kaan'ın varlığına ihtiyaç duyuyordum.
"Yine mi yalnız oturuyorsun farecik?"
Alev, izin almadan karşımdaki sandalyeyi çekerek karşıma oturmuştu. Her zaman yaptığı gibi ben ve terkedilmişliğimle dalga geçecek ve gidecekti işte.
"Kendini insandan saymıyor musun?" Dedim oturduğu sandalyeyi işaret ederek. Bu kızla konuşurken nedense gözlerine bakamıyordum. Hatta genel olarak Aleve bakamıyordum çünkü onun bedeninde Kaan'ın bıraktığı izler vardı. Sağ yanağından boynuna kadar inen kalıcı bir yarık mesela. Ve daha fazlasının olduğuna da emindim çünkü üzerinden hırka eksik olmuyordu. Ve çorap. Daha öncesinde Kaan'ın böyle birşey yaptığından haberim yoktu. Olsaydı da eminim sesimi çıkartmazdım gerçi.
Keyifli bir kahkaha dudaklarından dökülürken, kırmızı boyalı tırnaklarını masaya vurarak kıkırdamıştı sonrasında.
"Bak bak bak. Dilin uzamış gene senin. Kaanda yok artık. Nasıl koruyacaksın kendini?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SERSERİ #Wattys2016
Teen FictionŞarap rengi yalnızlığın içinde siyah bir boşluktayım, oturuyorum. Gözlerimin mavisi soluk. Dudaklarımda kan tadı var, emdikçe kokusunu da alıyorum. Uzuvlarım kımıldamak için gün batıracakken, güneş batmamak için ay taklidi yapıyor. Dünya bana ters d...