Fransa'nın dört bir bucağının tarih koktuğu tarafımca test edip onaylanmıştır.
Azatla yaptığımız tatlış tartışmadan sonra karın gurultularımıza kulak verip kendimizi mis kokuların geldiği Les Deux Magots cafesine attık.Cafe cafe değil,saray yavrusu mübarek.Bu Fransızlar ne zengin insanlarmış.Bir kez daha imrenmeden edemedim.
Dışı gibi içide ayrı bir dünyaya hitap ediyordu.Bir köşede gazetesini okuyan yaşlı bir amca,kahvelerini yudumlayıp derin sohbetlere dalmış teyzeler,İş yemeğine çıkmış genç iş adamları,sevgilisiyle el ele vermiş birbirlerine aşkla bakan gençler..Hepsi aynı ortamda ama büründükleri hava apayrı.Bir köşeye bizde oturduktan sonra etrafı inceledim.Bordo divanlar,kahverengi masalar,ihtişamlı avizeler...Ama daha çok hepsi tarihten bir parçaydı.Çünkü hepsinin çok eski olduğu duruşundan belliydi.Duvardaki Picasso
Hemingway,Albert Camus tabloları ise onların ne kadar sanatsever olduklarını kanıtlar nitelikteydi.
"Beğendin mi?"dedi Azat menüyü incelerken. "Beğenmemek büyük aptallık olurdu herhalde.Ba-yıl-dım."elindeki menüyü masaya bırakıp arkasına yaslandı. "Burası Fransa'nın en önemli yerlerinden birisidir.Köklü bir geçmişi vardır.Picasso,Hemingway,Albert Camus ve Jean Paul Sartre gibi ünlüler bu cafede çok sık zaman geçirirmiş.Zaten tablolardan da anlamak mümkü."dedi etraftaki tabloları gösterek. "Ayrıca burası turister ve elitler gibi üst segment müşteri profiline hitap ediyor."Azat'ı dikkatle dinlerken bir anda kendimi soylu bir ailenin kızı gibi hissettim.Ne de olsa üst düzey insanlara hitap ediyormuş.Böyle hissetmemek mümkün değil.
Çok geçmeden masamıza bir garson geldi.Azat anlayamadığım Fransızcasını konuşturup adama bir şeyler söyleyip gitti.Cahillik başa bela.Özellikle dil bilmemek apayrı bir sorun.İş sadece İngilizceyle bitmiyormuş.
Adam dakikalar sonra elinde bir tepsiyle geldi.Önümüze 2 tane Macchiato ve 2 tane sıcacık Kruvasan bırakıp gitti.Ne yani kahvaltımız bu mu? Peynir,zeytin bile mi yok?
"Kahvaltımız bu mu?Nasıl doyacağım ben bunlarla?"Azat bana gülüp Macchiato'sundan bir yudum aldı. "Sevgilim,Fransızların kahvaltı ancak bu kadar.Onlar sade,güzel ve basit yiyeceklerle güne başlarlar.Özellikle sıcak Kruvasan olmazsa olmazlarıdır."dedi.Bir de ben Fransızlara zengin diyordum.Sucuklu yumurtasız,omletsiz kahvaltı mı olur Allah aşkına!
Ama benim sevgilim ne çok biliyormuş böyle.O asla kendini Mardin'e hapsetmemiş daha çok çağdaşlık ve moderlikten yana olup kendini geliştirmiş.Seni yürekten kutlar hep böyle devam etmeni dilerim Azat'cığım!!
Daha fazla cahilliğimi ortaya koymamak adına önüme gelen her şeyi silip süpürdüm.Ama şu Macchiato'ya bayıldım.Asla Türkiye'dekiler gibi değildi.Farklı bir aroması vardı.
"Her şeyden uzaklaşıp böyle bir tatil yapmak çok iyi oldu."Azat'ın sözleri üzerine kahvemden son yudumunu alıp masaya bıraktım. "Kesinlikle.Burda seninle beraber olmak çok iyi geldi banada."masanın üzerinden elimi tuttu. "Bir daha asla sana böyle bir şey yaşatmayacağım.Söz veriyorum.İlk ve sondu bu olay."onun elinin üzerine elimi koyup
"Biliyorum zaten bir daha böyle bir şeyin olmayacağını.Ama ben artık hatırlamakta istemiyorum Azat."dedim.
"Bir daha hatırlamacaksın bile.Sana her şeyi unutturacağım.Şimdi benimle Villandry Şato'suna gitmeye hazır mısın?"ayağa kalkıp "Hazırım."dedim.Masaya yüklü miktarda bahşiş bırakıp cafeden çıktık.Benim cömert sevgilim.
En güzel bahçeleri olan şatoymuş Villandry Şatosu.İşin ilginç tarafı aşkın halleri anlatılıyormuş bu bahçede.Yeşil taflanları budayarak çift çift olmak üzere çeşitli kalp biçimleri sergileniyor.
Bir çift kalp ve içi pembe çiçeklerle doldurulmuş.Buna gençlik aşkı,temiz aşk ve ilk aşk deniliyor.
Bir başkasının içi kıpkırmızı çiçeklerle süslü;bu ihtiraslı aşk,şehvet oluyor.
Bir çift çarpık çizgilerle belirlenmiş kalp var.Bunlar uçuk,sivri aşkları simgeliyor.
Ortadan bölünmüş kalpler var;bunlar da kırık kalpleri simgeliyor.Yani ihaneti,aldatmayı...
Resmen bu görüntü karşısında büyülendim.O kadar güzel anlatmışlar ki aşkı,insan hayran kalmadan edemiyor. "Sence bizim aşkımız hangisi?"
"Bence şurdaki içi pembe çiçeklerle kaplı olan kalp bizim aşkımızı yansıtıyor."gösterdiğim yöne doğru baktı.Sonra elimden tutup beni o yöne çekti.Yerdeki çubuğu alıp çimlere M-A yazdı.Yere çömelip isimlerimizin üzerinde parmaklarımı gezdirdim.O da yanıma çömelip belime sarıldı "Seni seviyorum."diye fısıldadı. "Ben de seni seviyorum."
Aşkımızı aşk bahçesinde daha da parlatmak o kadar güzeldi ki zamanın hiç geçmesini istemedim.Güllerin yaydığı kokular ise buram buram etrafa yayılıyor,insanın ciğerlerini bile aşkla dolduruyordu.
Aşk bu dünyanın ölçüleriyle anlatılamayacak bir duyguydu.Ama dokunduğun her yerden o çıkıyordu oysa.Nasıl bir şey aşk? Nasıl?
Birbirimize bu denli aşkla bakarken Azat'ın telefonu çaldı.Ama o hiç oralı olmalı bile.Bir kez daha çaldı telefonu. "Açmayacak mısın?"daha fazla dayanamayıp telefonu cebinden çıkardı. "Şu romatizmi yaşamamıza bile izin vermiyor Sevgili annem."söylenerek telefonunu açtı.Ben de onun bu haline gülüyordum.
"Efendim anne!!"
...
"Ne?!Büyükannem iyi mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BERDEL
General FictionHerkes sevilmek, herkes âşık olmak ister. Peki, aşkı bulacağına inanır mı herkes? Kahramanlarından çok aşk hikâyelerini sevmez miyiz hep? Hayatta bazı şeyler çok değerlidir. Karşınızdaki insanın sizin içinizi görebilmesi... Kalbinizi dinleyebilme...