Savaş boyalarımızı yanaklarımıza sürmüş birbirimize bakarken, boyanın miktarını biraz fazla kaçırmış olan Esat'ın komik hâline gülmeden edemedim. Hepimizin yüzünde birkaç çizik şeklinde boya varken onun yüzünün tamamı siyahtı. Yalnızca gözünün beyaz kısmı fark ediliyordu karanlıkta ve inceledikçe bir kez daha gülmüştüm.
"La oğlum üşenmedin mi bütün yüzünü boyamaya sen?" Cenk alaycı bir şekilde sormuştu bunu. Ciddi ifadesini bozmayan Esat, taze bir komutan misali etrafına bakındı ve "Üşenmek senin savaşmak benim işim koçum!" deyip, dünyanın en önemli lafını etmişçesine göğsünü kabarttı.
Cenk gülümseyerek başını salladı, bu bir oyundu elbette ama Esat öyle ciddiye almış durumdaydı ki, eline tutturulan boya dolu silaha canı gibi sıkıca sarılıyordu.
"Beş kişi mi yalnızca?" diye sordu yanımıza gelen çocuk. Yüzünü yediğim, bize doğru bakarak "Beş aynen" dediğinde "Gruplar halinde oluyor aslında. Beş kişi az olmuş" yanıtını verdi az evvel ki.
Silahı çocuğa doğrultarak ciddiyetinden ödün vermeyen Esat, "Sen bizi sal ormana koç, gerisine karışma" dedi.
"Maalesef, az kişisiniz. Olmuyor böyle"
"La niye olmuyormuş? Az kişiyiz erken biter işte birader ya"
"Gruplara ayrılacaksınız, ikiye üç oluyor yani bu şekilde kurallara ayrıkı"
"Bir de bana diyorsunuz oyun bu ne çok ciddiye aldın diye, bu adam da operasyona gideceğimize inanmış sayımızı sorguluyor al!"
Esat köşeye çekilirken, Emre dikilmişti şimdi adamın karşısına ve "Bi yarım saat ayarla işte birader" dedi. Sesindeki ikna kabiliyeti sanırım beni olduğu kadar herkesi de etkileyebiliyordu kolaylıkla. Çocuğun ifadesi değişmişti bile ve hepimize birer bakış atmasının ardından dudakları aralandığında bir ses yükseldi arka taraftan.
"Biz de beş kişiyiz, bizimle savaşın?"
Sesin geldiği yöne baktığımda Doruk kişisini görmeyi hiç beklemiyordum.
Şaşkın bakışlarımı anında Emre'ye doğrulturken yanına sokuldum.
Cenk ve Esat öfkeli bir şekilde Emre'ye baktıklarında onlar da aynı şekilde Emre'ye iyice yakın bir mesafeye gelmişlerdi ve "Sakın tamam deme!" diye fısıldadı Esat, bu ifadesini ilk defa görüyordum. Öfkeliydi belki ama daha çok rahatsız olmuş gibiydi ve Emre'ye ısrarcı bakışlar atıyordu.
"Aynen kanka uğraşma sakın" dedi Cenk ama silahı indirmişti ve Doruk denen çocuğa dik dik bakarak önüne dikilmiş olan Esat ile Cenk'e çekilmelerini fısıldamıştı sevdiceğim.
Elim anında elini sardığında, başını hafifçe eğerek "Sıkıntı yok, sakın önüme falan atlama" diye uyardı ve Doruk aptalının yanına doğru ilerledi.
Esat ve Cenk hiç beklemeden yanına gittiklerinde "Ben neden gidemiyorum yanına!" diye kendi kendime söylendim. Sırf erkek değilim diye dışlanıyordum resmen.
"Çünkü bu erkek şeysi.. Ben seni anlamıyorum zaten anasını satayım! Kendini bu kadar savunmamışsındır ömrü hayatında!" diye çemkirerek yanıma dikildi Yüsra.
"Ama çocuğun yüzüne baksana, yılan!"
"Emre onu tek vuruşta indirir, sen burada benimle beraber sessizce bekliyorsun kardeşim.."
"Yüsra ya.."
"Şş, duyalım bari sessiz ol."
Sanki ağızlarını açmadan konuşuyorlardı arkadaş, en ufak bir ses dahi gelmiyordu durduğumuz yere. Biraz sonra Cenk yanımıza geldi. Merakla bir şeyler söylemesi için yüzüne bakıyorduk fakat tek yaptığı silahı eline aldığı gibi "Yüsra gel" demek oldu. Yüsra elinde boya dolu silahına sarılarak Cenk'in peşine takılırken Esat seslendi, "Ben tepeye!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
Fiction généraleOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...