Eski bir basketbol sahasındaydık. Zeminin bir kısmı otlarla doluşmuş, bir kısmı da güçlükle beton kalmaya devam ediyordu. Potanın ana rengi tamamen kaybolmuştu. Pas içerisindeydi etrafı ve sahayı çevreleyen teller de en az pota kadar zavallı durumdaydı. Dev binaların gerisinde kalan sahanın manzarasının bir kısmı pek uzak sayılmayacak sahilin ışıklarıyla doluyken, diğer kısmı tamamen karanlık otlak bir yerdi. Meraklı bakışlarım her bir yanı incelerken Emre sahanın ortasına kadar ilerledi. Sırtı dönüktü. Bir an için tebessümle ellerimi alnıma götürmüştüm; onu seyrediyor olmam alnıma ter baloncukları bırakıyordu.
Alnımdaki ıslaklıktan kurtulurken, "Lisede habire buraya gelirdik" sözleri ile yere oturdu. Dizlerine kollarını sararken başını usulca bana çevirmişti şimdi ve devam etti.
"O zamanlar hızlıyım tabii"
"Basketbol mu oynuyordunuz?"
"He... Basketbolda çok hızlıydım."
"Neden bıraktın?"
Gülümseyerek başını eğdiğinde, anlamsızca ben de gülümsemiştim ve minik adımlarla yanına ilerledim. İyice yaklaştığımda hâlâ gülümsüyordu ve "Başlayalım mı?" dedi.
Ah, Miray olmasını bir kez daha isteyeceğimi sanmıyordum, bu yüzden başımı olumsuz yönde hızlıca salladım ve karşısına oturdum.
"Pek Miray olamadım sanırım?"
"Daha çok şey gibi oldu..."
Sırıtarak başını eğdiğinde cümlemin devamını getirmeme gerek kalmamıştı. Başını yeniden kaldırdığında ise bakışları değişmişti. Beni benden alan o derin bakışlar hakimdi gözlerinde ama bir iki saniye sonra iç çekip, gözlerini karanlığa doğrulttu.
Düşünüyordu belli, fakat ne düşündüğü hakkında fikir yürütemiyordum. Öyle tuhaf bir insandı ki, şu an ciddi görünüyor olsa bile içinden 'Manda yuva yapmış söğüt dalına' şarkısını mırıldandığını söylese şaşırmazdım.
Ciddiyeti saniyeler, muzipliği saatler sürüyordu çünkü...
"Emre, bir şey sorabilir miyim?"
"Bilmem, sorarsın herhalde?"
"Hiç ağladın mı?"
Bunu ne diye merak etmiştim bilmiyorum, tamamen kendiliğinden sorulmuş bir soruydu.
Gözlerini kıstı. Minicik bir tebessümle kıvrılırken dudakları "Ağlamışımdır, insanım sonuçta.." dedi ve hemen sonrasında "Ne için ağlayıp ağlamadığımı merak ediyorsun?" diye sordu.
Aslına bakılırsa soruyu neden sorduğumu bilmiyordum, fakat şimdi Tuana için ağlayıp ağlamadığını merak etmiştim. Soramazdım ama... Merakımdan kudursam da ona bunu soramazdım. O kız olamıyordum bir şekilde. Düşüncelerimin bir çoğu içimde kuruyup kalırdı. Bazen boğazımda düğüm haline gelip yutkunmamı bile engellerdi fakat bir türlü dudaklarımdan fırlamayı beceremezdi bazı sorularım...
"Elif, birine fikir beyan ettin de dayak mı yedin güzelim sen?"
"Hı?"
"Diyorum ki, birine düşüncelerinden bahsettin de ağzına mı vurdu?"
Şu anda tam tabir ettiği gibi bir durumdaydım. O kadar haklıydı ki, istemsizce gülümsemiştim ve "Alışık değilim sadece" dedim.
"Derslere bu yüzden başladık. Dökül bakalım."
"Döküleyim mi? Nasıl yani?"
"Dök diyorum yani içini, ne düşünüyorsun şu an?"
"Önemsiz şeyler..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
General FictionOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...