"Nerede Kalmıştık?"
"Kırk tane falan bez tükendi, düşün ellerimin halini yani! Şu bezler bile dayanamadı. Ellerim ağlıyor artık duyuyor musun?"
"Söylenme söylenme! Hadi bak, bitmek üzere."
"Bitmek mi üzere? Bitmek üzere olan bir tek şey var burada Elif, o da benim hayatım!"
Gülümseyerek perdeleri kucakladım ve pencerenin yanına geçip, nemli perdeleri koltuğun üzerine bıraktım.
Boyumun yetmeyeceğini bildiğim için "Bunu ben asamam..." diye mırıldandım; merdiven bile kurtarmıyordu bazı mesafeleri.
Sekiz katlı bir apartmanın altıncı katındaydık. Burası Yüsra ile yeni yuvamızdı. Yıllarca hayalini kurduğumuz şeyin içindeydik ve ne kadar söylenirse söylensin onun da mutlu olduğundan emindim.
"Şöyle bir doksan boylarında bir arkadaş olaydı, belki işimize yarardı" sözleri ile perdelere bakmıştı Yüsra.
Bu şehirde yeniydik. Haliyle bahsettiği bir doksan boylarında herhangi birini de tanımıyorduk.
Ah tabii benim küçük bir açıklama yapmam gerekiyor...
İstanbul'a dönüşümüzün üzerinden neredeyse bir yıl geçmişti. Bu süre içerisinde tek yaptığım şey ders çalışmak olmuş, üniversiteyi kazanmak için var gücümle çalışmıştım ve şimdi de meyvesini yemekle meşguldüm. Dokuz Eylül'ü kazanmıştım. Hâlâ inanamakta zorlamıyordum ama buradaydık işte; tıp öğrencisiydim artık... Burada en çok şaşırdığım sonuç aslında bana ait olan değildi. Yüsra tam anlamıyla birkaç gün ağzım beş karış açık gezmeme neden olmuştu. Matematik bilgisini toplama çıkartmadan sonra tamamen kendi haline bırakmış olan biriciğim Matematik bölümünü kazanmıştı ama bu duruma kendi bile henüz inanamıyor, sürekli olarak sorup duruyordu.
Perdeleri asmak için neredeyse üç saatimizi harcamıştık. Omuzlarıma basılarak geçirilen üç saatten bahsediyordum burada! Seyyar merdiven ikiye ayrıldığı için geriye kalan seçenek omuzlarım olmuştu ve Yüsra şu anda karşımda duruyorken bile ayaklarını hâlâ üzerimde hissettiğim bir ağrı içerisindeydim.
Omuzlarımı ovuşturarak kendimi buz mavisi koltuğumuza bıraktığım sırada elinde kahvelerle geldi biriciğim, "Balkonumuza çıkmaya ne dersin perde savaşçısı?"
Gülümseyerek doğrulup balkondaki minik masamıza geçtim. Bildiğim kadarıyla üst katta kimse oturmuyordu ama sesleri duyunca merak ederek, "Biri mi taşındı acaba?" diye sordum.
Hiç bakmamıştı yukarı doğru Yüsra. Omuz silkerek kahvesinden bir yudum aldı sadece ve "Bize ne? Hadi iç kahveni" dedi.
"Belki ilgini çekecek birileri taşınmıştır... Uzun boylu, şöyle esmer, kıtır kıtır?"
"Aa yok canım ya, hiç almayayım. Ama belki sana göre bir şeyler vardır? Uzun boylu, kumral, yeşil gö.."
"Aman! Yok istemez. Kumral ve yeşil gözlü olan herhangi bir insan evladı dikkatimi çekmiyor benim artık."
Nedenini bilmiyorum ama sinsi bir gülücükle arkasına yaslanırken kahvesinden bir yudum aldı ve konuyu değiştirdi, "Haftaya başlıyor dersler."
Suratındaki gizleyemediği sinsi ifadesine şüpheyle bakıyordum. Bir şey vardı. Tanıyordum onu sonuçta, bir işler çeviriyordu ama ne olduğunu henüz anlayamıyordum.
Gözlerimi kısarak fincanı masaya bıraktım. Daha dik bir oturuşla bütün dikkatimi gözlerine vererek, "Bir haltlar yiyorsun sen sanki?" dedim.
O da kısmıştı gözlerini. Kahvesini masaya bırakarak gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmıştı ve elini çenesinin altında destekleyerek "Ne halt yiyeceğim Elif, aç olsam yemek yerim?" dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
Художественная прозаOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...