Dakikalar önceki yakınlaşmanın heyecanını üzerimden henüz atamadığım için oldukça sessiz bir şekilde uzanıyordum yanında ve hareket etmiyordum. Doğruldu Emre. Şortundaki kumlardan kurtulmaya çalışıyor ama bunu yaparken en az benim kadar sessizdi.
Başını kaldırdığında ilerdeki sandala dikkatle baktı. Saniyeler üzerine kuşların sesine doğru kaldırdı bakışlarını ve uzun sürmeden aynı düşünceli ifadesiyle yeniden sandala dikkat kesildi.
Usulca doğrulmuştum ben de. Ellerindeki yaralara bakarken, "Acımıyor değil mi?" diye sordum, sanırım bu soruyu sorma nedenim sessizliğe bir son vermek istememdi.
Ellerine baktı umursamazca. Üzerindeki kumlardan ellerini birbirine hafifçe çarparak kurtulurken "Acımıyor" dedi.
Bir anda böylesine durgunlaşmış olmasının nedenini anlayamıyordum. Bilinçli bir şekilde yaklaşmamıştım yüzüne aslında ve bunun farkındaydı. Fakat, her ne olduysa tamamen sessizleşmiş, sanki bir şeylerden fena şekilde rahatsız olmuş gibi görünüyordu.
"Sıkıldın mı?"
Yüzüme dönerken dudaklarına tebessüm kattı ama hâlâ görebiliyordum, bir şey vardı. Onu sıkmıştım belki de... Aklında canlandırdığı gibi hissettirememiştim veya... Ah, şu anda Tuana'nın bastıra bastıra söylediği o aciz ve ezik Elif gibi hissediyordum kendimi ve baş etme yöntemim hep başımı öne eğmek oluyordu.
"Sıkılmadım. Niye sıkılayım?"
"Sıkıldın bence, dürüst olabilirsin kırılmam"
"Dürüstüm zaten. Sıkılsaydım bunu saklar mıyım sence?"
"Saklamıyorsun ki zaten.."
"Elif, biraz tripcan mıyız?"
"Nasıl?"
"Alıngan falan?"
"Yoo... Sessizsin, yani sıkılmış gibisin ne bileyim."
"Kafam karışık belki?"
"Na-nasıl yani?"
"Karışıyor işte. Senin karışmıyor mu?"
"Karışıyor..."
Ayağa kalktığında ne tepki vereceğimi bilememiştim. Saf saf bakmıştım yüzüne ve ben de kalktım.
Üzerini kumlardan arındırırken etrafa bakmıştı oldukça düşünceli bir şekilde ve "Sevdin mi burayı?" diye sordu.
"Emre, ne düşünüyorsun?"
"Seni."
"Beni mi?"
Ah, yanaklarımın ne durumda olduğundan bahsetmeli miydim? Aslında bu defa yangın yeri olan tek yer yanaklarım değildi, komple alev topu gibiydim ve sersemlemiş ifademle yüzüne bakakaldım.
"Hadi gel, kurudu zaten kıyafetler. Yemek yiyelim bi yerde."
"Bence beni eve bırak. Keyfin yerine geldiğinde yeniden görüşürüz."
"Keyfim yerinde benim."
"Emre..."
"İyiyim diyorum işte sıkıntı yok, gel yemek yiyelim."
"Ben eve gidebilir miyim, gerçekten eve gitmek istiyorum."
-
Israr etmemişti Emre. Elif'i eve bırakmasının ardından Esat'ın yanına gitmişti ve birlikte evde biraz oyalanmalarının ardından sahile doğru yürümeye başlamışlardı. Emre hâlâ o kadar sessizdi ki, Esat için de zor olmamıştı canının sıkkın olduğunu anlamak.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
Ficción GeneralOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...