Yerdeki otlarla aramızdaki tek fark utancımdan ikiye ayrılmak üzere oluşumdu. Dişlerimi birbirine bastırıyordum. Kötü bir laf etmiş değildim, evet demiştim nihayet ama utancım, sevinmeme engel oluyordu.
Emre otları kopartmayı bırakıp yavaşça doğruldu. Bana baktığını tahmin ediyorum. Belki de sırıtıyordu halime fakat ne bir adım dahi hareket edebilecek durumdaydım ne de yüzüne bakabiliyordum.
Ağır adımlarla karşıma dikildiğinde gözlerimi ne yöne çevireceğimi şaşırarak durmaya devam ettim. Güldüğünü anladığım an kaçamak bir bakışım yükselmişti yeşil gözlerine ve tekrardan otlara bakıp, dişlerimi daha çok sıktım.
Ah! Kesin beni sinir edecek bir şey söyleyecekti! Ya da içten içe alay ediyordu aptal halimle!
"Elif?"
Muzipliğini sonuna kadar belli eden sesine gözlerimi devirdim ve zor da olsa gözlerine baktığımda yeşillerini kısarak baktığını gördüm.
"Ne dedin sen az önce Elif?"
"Be-ben mi?"
"Hı hı.."
"Hiç.. Şey dedim. Yani hani sen şey demiştin ya bana geçen gün..."
"Ne demiştim?"
Dalga geçiyordu! Sesinden ve bakışlarından bunu çok net bir biçimde anlayabiliyordum fakat iki büklüm hâlim onu eğlendiriyordu.
"Soru sormuştun..."
"Ne sormuştum?"
"Sen de istiyorsan eğer, ben varım demiştin. Ben de ona yanıt verdim"
"Ne dedin? Yani yanıt nedir?"
"Duydun işte Emre..."
"Yok duymadım. Bir daha alayım?"
Başını hafifçe çevirerek kulağını dudaklarıma yaklaştırdığında, burnuma doluşan kokusuyla birlikte gözlerimi sıkıca kapattım. Şu anda zaten bitiktim, bir de uyuşmaya başlamak durumumu iyice batırabilirdi fakat az evvel de söylediğim gibi, adım atmaya mecalim yoktu. Uzaklaşamıyordum kokusundan ve içime çektikçe ayak parmaklarım uyuşmaya başlıyordu.
"B..ben de varım" diye fısıldadım en sonunda.
Muzip tebessümüyle gözlerini iyice kıstı ve uzaklaşmadan gözlerime baktı. Bütün yüzümü iyice süzüyordu biricik yazı tahtam ve bir iki saniye sonra burnunu burnuma değdirerek "Ölmeyesin ben uzaklaşayım artık" deyip minik bir kahkaha attı.
Afallayışım nihayete erdiğinde derin bir iç çekerek geri dönüp otlarla uğraşmasına baktım. Gülümsüyordu. Aklından her ne geçiyorsa habire gülümsemesine neden oluyordu ve merak etmiştim.
Minik adımlarla yaklaşıp yanına çömeldim. Utancımdan eriyor da olsam gözlerine bakmıştım ve "Şimdi, yani biz.. Ne oldu tam olarak Emre?" diye sordum.
Gözleri böylesine derin bakmak zorunda mıydı?Kalbimi titretiyordu yahu! Nefesimi kesiyordu hatta ve bunu her defasında daha güçlü bir etkiyle yapıyordu!
"Ne gibi canım benim?"
"Yani... Ben yanıt verdim ya şimdi. Ne olmuş oluyoruz?"
"He onu diyorsun. Valla bilmem, sen söyle?"
"Na-nasıl? Ben mi?"
Minik bir kahkaha ile başını salladığında dudaklarımı ısırarak gözlerine bakmaya devam ettim. O malum kelimeyi söyleyemezdim, bunu çok iyi biliyordu uyuz yazı tahtası ve benimle alay ediyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
General FictionOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...