Her an telefonum çalabilir, amcam öfkeden deli dönmüş şekilde kulaklarımı kanatabilirdi. Belki de çoktan polisler peşime düşmüşlerdi ve kendimi görmeyi hiç beklemediğim bir hayatın içinde bulabilirdim.
Çok korkuyordum.
İç çekerek başımı renkli tahtalara yaslarken yorgun gözlerimi hemen karşımda uyuyan sevdiğime çevirdim. Gerçekten uyuyor mu emin değildim fakat dakikalardır bir kolu gözlerinin üzerindeydi ve neredeyse hiç kımıldamamıştı.
Ürkekçe telefonumun ekranına baktım. Yüsra'dan veya diğerlerinden de herhangi bir çağrı olmaması tuhaftı. İki ihtimal beliriyordu aklımda; ya Emre herkese nerede olduğumu söylemişti ve bu yüzden aramıyorlardı ya da merak edilmiyordum.
Tekrardan sıkıntıyla kaldırdım gözlerimi ve boşluğa doğru dalıp gittim. Aklımda sürekli olarak Tuana'nın kanlar içerisinde kaldığı o an vardı. Başımı sertçe arkaya savurmam ve sonrasındaki şaşkın bakışlar... O an için bunu yetersiz bulmuşken, şimdi deli gibi pişmandım. Bir insanın burnunu kırmış olmak vicdanı rahat bırakmıyormuş meğer; en azından kendi vicdanımın delirmiş durumda olduğunu söyleyebilirdim.
Yeni bir iç çekişle yeniden Emre'ye baktığımda buruk bir tebessüm yapıştı dudaklarıma. Ağır ağır aldığı nefesle birlikte hareket eden karın bölgesine doğru süzüldü gözlerim. Gülümsüyordum ama bir anda gözlerimde bir yanma hissettim. Yavaşça dudaklarım büküldü ve yaşadığım duygu karmaşasına karşılık yapabildiğim şey, ellerimi göğsümün üzerine bastırmak oldu.
Ona söyleyemediğim, fakat söylemek istediğim o kadar çok şey vardı ki içimde; keşke haykırabilsem hepsini diye iç geçirdim.
Yanıtından korktuğum bir soru belirdi aklımda. Kalbimi böylesine etkisi altına alan birisinin o kalbi bırakıp gitmesi ile nasıl baş edebilirdim?Edemezdim. İç dünyamda ikiye bölünmüşlük vardı. Bazen bir savaşçının kalbini taşıyorsam, bazen de güç nedir bilmez bir varlığa dönüşebiliyordum ve Emre'ye sıra geldiğinde işler çok daha karmaşıklaşıyordu.
Kolunu eğdiği gibi yanaklarımdaki ıslaklıktan kurtulup başımı çevirdim.
"Elif?"
"Efendim?"
"Ne yapıyorsun?"
"Oturuyorum..."
"Onu sormuyorum. Saçlarını mı yoluyorsun?"
"Y..yoo?"
Başımı kaldırdığımda, tebessümle kalkıp yanıma oturdu ve yüzümdeki saçları kulaklarımın arkasına iliştirirken sordu, "Korkuyor musun?"
"Aramadılar. Acaba henüz şikayet etmedi mi?"
"Etmez. Şikayet etmek kolay iş, o kolay şeyleri sevmez."
"İçime su serptin..."
"Sana ben ne dedim? Ben varken korkma demedim mi?"
"Dedin..."
"Ee? Sağır mısın yoksa geç mi algılıyorsun?"
Başımı geriye yaslarken ellerimle oynamaya başlamıştım. O da dizlerini çekerek kollarını dizlerinin üzerine koydu ve başını arkasındaki renkli tahtalara doğru yasladı.
Derin bir sessizliğe çekiliyorduk yeniden fakat başını bana doğru çevirince, tekrardan yine aptal gibi eğdim başımı ve "Burada mı kalacağız?" diye mırıldandım.
"Ben dışarıda yatarım."
"Dışarıda mı? Ama böcek falan vardır olmaz ki.."
"O zaman sen dışarıda yatarsın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
General FictionOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...