2.Sezon 19.Kısım

2.8K 185 33
                                    

"Erkek Arkadaşıyım"

Hem sınavların hem de babamın üzerimde hissettiğim baskıları yüzünden artık gerçekten bitki modunda geziniyordum. İlkokul çocuğu misali, babam çıkışlarda türlü bahanelerle beni almaya geliyordu. Bunu yapmamasını söylemek hatta hunharca haykırmak istiyordum fakat öyle yaratıcı bahanelerle dikiliyordu ki karşıma, tek kelime edemeden kaderime boyun eğiyordum. Neredeyse bir haftadır bizimleydi. Elbette ki babamın gitmesini isteyen, onsuz daha mutlu olduğunu düşünen kızlardan falan değildim, ben sadece Emre'yi çok özlemiştim.

O günden sonra oyun parkında kalıyordu zavallı sevgilim. Birkaç defa telefonda konuşmuştuk fakat çoğunlukla mesajlaşarak geçiyordu zamanımız ve bu yetmiyordu.

Haftanın son vizesini de geride bırakmış, babamı turnikelerin önünde görmeyi bekleyerek yürüyordum. Yüsra'nın bir saat sonra gireceği bir sınav daha olduğu için onu beklemeyecektim maalesef ve adımlarımı hızlandırdım.

Turnikelere yaklaştığım şu anlarda "Elif!" diye seslendi biri. Bu Asya'ydı. Günlerdir devam eden mahçup ifadesine devam ederek, "Eve mi?" diye sordu yaklaşırken. Başımı salladım yalnızca. Bıkkın ifademle etrafı süzdüğümde babamın telefonla konuştuğunu gördük ve daha feci bir bıkkınlıkla, "Kral geldi, köleye de eve gitmekten başka seçenek kalmıyor..." diye mırıldandım.

"İstersen bir şey uydurabilirim. Emre'yi görmeye gideriz? Yani sen görürsün. Ben de oyalanırım bir yerlerde, ne dersin?"

"O kadar çok yalan söyledik ki Asya, babama bakarken utanıyorum."

"Ama bunlar masum yalanlar..."

"Masum yalan olmaz. Yalan yalandır. Neyse, ben gideyim. Sen geliyor musun?"

"Biraz mağazaları gezerim, hava çok güzel."

"Gez."

Tribim kendimeydi aslında. Babama doğrudan Emre'nin sevdiğim adam olduğunu söyleseydim en azından vicdan azabıyla ezilmezdim. Belki bağırır çağırır sonrasında Emre'yi tanımak isterdi. Belki hiç böyle oyunlara gerek kalmazdı... Ah, o muzip suratlı yazı tahtasını görmeliydim artık.

İyi günündeydi herhalde Kral Kemal... Eve gitmek yerine bir şeyler yemek için sakin bir mekana gelmiştik. Siparişlerimizi verdikten sonra etrafına bakarak gülümsedi. Çok iyi anlaşan baba-kız değildik açıkçası. Beni Muğla'ya gönderirken ne kadar acımasız olduğunu, sürekli başkalarına inandığını anlatmama gerek yok sanırım. Şimdi ise tam tersi bir durum vardı. Benimle vakit geçirmek isteyen, sürekli gülümseyen bir adam... Alışamadığımdan sanırım, ben hala ciddi bir ifadeyle bakıyordum yüzüne ve aniden elimi tutması ile istemsizce ürpermiştim.

"Bu Cenk madem sizin üst katta kalıyor, ne diye ayrı gayrı yaşıyorsunuz?"

"Cenk erkek değil mi babacığım?"

"Kuzenin o senin."

Omuz silkerek ilgisiz bir şekilde elimi çekip arkama yaslandım. Hala gülümsüyor oluşuna hayretle bakıyordum.

Şimdi gözlerini kıstı. Ellerini çenesinin altında sabitlerken, "Çalıştığı yere gittim bu sabah" dedi.

Çalıştığı yer?

Cenk çalışmıyordu ki?! Ah kesin oyun parkından bahsediyordu. Tepki vermemeliydim. En ufak bir korku veya endişe belirtisi olmamalıydı yüzümde.

Emre'yi görmüş müydü yahu?!

***

Cenk, kendince oluşturduğu anket sorularının bulunduğu kağıdın fotokopisini çekmekle uğraşıyordu. Gereksiz neşesi ile Emre'nin donuk bakışlarına maruz kalıyordu ama aldırmadan şarkısını mırıldanmaya devam ederek kağıtları eline aldı. Yeni getirilen makinenin kullanım kılavuzunu inceleyen Emre'nin karşısına oturup, "Bırak onları bırak. Sen asıl bunlara bak" dedi. İlgisizdi Emre. Kağıtlara göz ucuyla bakarken Esat gelmişti yanlarına ve Emre'nin yanına oturduğu gibi "Nasılsın sevgilim" diyerek yanağına koca bir öpücük kondurdu.

Sadece İki AyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin