"Senin Gibi"
Bir titreşim hissederek gözlerimi açıp, uzanmaya devam ederek sesi dinledim. Bir dakika veya belki daha kısa bir sürenin ardından elini uzatışını izledim. Uyandığımın farkında değildi ve sessiz olmaya gayret ederek telefonu eline alıp, "He söyle?" diye yanıtladı. Saat kaçtı bilemiyorum, tahminlerimce henüz yedi falandı ve arayan her kimse oldukça hararetli bir şekilde konuşuyordu. Bir eli omzumda duran Emre, saçlarımla oynamaya başlamıştı şimdi ve karşı tarafın susması ile ''Bu saatte mi söylemek zorundaydın bunları kardeşim?'' dedi.
Gülmüştü karşı taraf ve sonrasında yeniden hararetle konuşmaya devam etti.
Ofladı Emre ve uykulu sesiyle, ''Bi sus. Ne yiyorsun sabahları ben anlamıyorum. Es ver biraz sus '' dedi.
Arayan kişinin sesini daha net duymuştum. Tanımadığıma emin olduğum ses, Emre'nin homurdanmalarına aldırmadan devam ediyordu konuşmasına ve Emre dinlerken omzumdaki elini çekip doğruldu.
''Tamam geliyorum kapat"
Nereye gidiyor sabah sabah diye düşünmeye başlamışken, ''Salak mısın lan sen? Niye alıyorsun o zaman içeri? Ya tamam kapat diyorum sana işte. Bi izin ver hazırlanayım. He gülüm he, tamam" sözler ile kafam iyice karıştır.
Gülüm derken?
Bu tür kelimeler sarf ettiğine göre yeni bir kanka edinmişti sayın yazı tahtası.
İçeri girdiğine emin olduğumda saati kontrol etmiştim hızlıca. Gerçekten de henüz yedi buçuktu saat ve bu kadar erken saatte nereye çağırıldığını çok merak ediyordum.
Doğrulurken bir yanımın ne kadar suçlu hissettiğini fark ettim. Gece boyunca gitmesini söylemiştim... Gördüğüm şey yüzünden aklımı yitirmiş ve ondan ölesiye nefret edeceğime inanırken, şimdi pişmanlıktan ölecekmişim gibi hissediyordum.
Karmakarışık duygular içerisinde koltukta otururken, gömleğinin düğmeleriyle uğraşarak salona döndü ve doğrudan gözlerimin içine baktı. Küçücük bir an için afallamış olsa da çok hızlı toparlandı yazı tahtası ve düğmelerini iliklemeye devam ederek karşıma oturup, ''Esat gelmemiş. Sizde kaldı herhalde'' dedi.
Sesi buz gibiydi. Ah, bakışları da tamamen hissizdi ve bunun sorumlusu bendim...
''İnerim şimdi''
''iyi. Ben çıkıyorum.''
Kalktığı gibi ben de kalktım. Göz ucuyla beni kontrol ettiğinde başımı eğdim ve ''Gidecek misin?'' diye sordum.
Ayakkabılarını kapının önüne attığında motorunun anahtarına uzandı, ''Gideceğim."
Muzip ses tonuyla konuşmasına alıştığım kişinin bu buzdan daha soğuk olan tavrı karşısında çok acemiydim. Evet, bir yılın ardından uzun uzun konuşamamıştık fakat dün gece tam bir fiyaskoydu benim için. Sonuçta sevgilim değildi. İstediğini yapmakta özgür bir bireydi ve haksız sinirlenişim yüzünden şu anda ne yapacağımı bilmiyordum.
Ayakkabılarını giyip kapıyı kapatacak olduğunda, "Şey..." diye mırıldandım, ses tonum utancımı kabak gibi bırakıyordu önüne.
Soğuk tavrıyla durup yüzüme baktığında hep yaptığım şeyi, başımı öne eğmeyi reddederek bekledim ve ''Gitmene gerek yok'' dedim.
Kapıyı bırakıp, merdivene doğru kısa bir bakış attı ve ''Şey yap Elif," deyip, tepkili bir tavırla yüzüme dönerek ekledi, "Evden çıkmadan önce bi liste hazırla. Ben ona göre hareket edeyim.''
Gözlerimi devirerek ayakkabılarımı atmıştım önüne. Kapıdan çıktığım gibi ayakkabılarımı giymiştim ve ''Dün gece biraz sinirliydim sadece. Ben git dedim diye gitmek zorunda değilsin'' dedim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
Ficción GeneralOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...