"Çıldırma Elif"
"Yani bakacağız demek ne demek şimdi tam olarak Elif?"
"Anlamadım ki... Herhalde tamam demek istedi. Yani barıştık anlamına geliyordur diye düşünüyorum."
"Niye barıştık demedi ki acaba doğrudan? Bak benim kafam karıştı.."
"Barıştık ya... Bence barıştık."
"Ama sessiz sessiz döndü apartmana girdi dedin. Sarılmadı bile, emin misin barıştığına?"
"Ay Asya! Yemin ederim senin diğer adın Umut Kurutucusu!"
"Ben sağlam olsun diye şey yaptım ya... Kızma.."
"Yapma şey falan sen! Hadi yürü. Sabahın köründe market de market diye tutturdun zaten!"
Saat sadece dokuzdu. Evet, tatil gününde görülmesi en gereksiz rakamlardan biri olan dokuz. Neymiş efendim, alışmamalıymışız çok uyumaya, bu insanı tembelleştirirmiş. Hayır zaten zorlasam en fazla bir saat daha uyuyacaktım. Ne diye böylesine erken uyanıp, bir de üstüne markete gidiyordum ki...
Zaten yığınla şüphe doldurmuştu içimi bayan kuşku! Uyandığımızdan beridir ağzından bir tane hayırlı cümle dökülmemişti. Neymiş, bakacağız, bakarız gibi kelimeler belirsizlik içerirmiş benim bunu aydınlatmam gerekirmiş! Ah, cidden içimi karabasanlarla doldurmuştu sağolsun.
"O ne Asya?"
"Bunlar şey... Ya ben size söyleyemedim ama bunlar benim birkaç ufak takıntım"
Elinde ufak beyaz taşlar vardı. Garip olan ise onları evden çıktığımız gibi kapının dibine dökmüştü ve özenle diziyordu.
Bir saniye...
Bu taşları nedense okulda da sınıf kapılarının önünde çok görürdüm. Asya? Gerçekten de o taşları okulda bile kapı önlerine mi diziyordu yani?
"Bana bu garip takıntının yalnızca ev kapılarına karşı olduğunu söyle ne olur?"
"Yani... Aslında öyle değil pek. Bak bu taşların enerjisi olayını duymuşsundur. Bu taşların enerjileri sayesinde kötü şeylerden kurtulacağız"
"Tövbe Allah'ım ya! Kızım saçma sapan şeylere inanmasana! Ne alaka taş ne diye bizi korusun. At şunları!"
"Ya hayır taş değil ama enerji... Enerji meselesi bu."
"Çarpılacağız şimdi Asya kurbanın olayım at şunları."
Bükmüştü dudaklarını ama yemezler. Böyle batıl şeylere karşıydım ve o taşlar atılacaktı! Hatta onu beklemeden taşları avuçladım. Çok geçmeden de asansöre bindiğimizde hala bükük biçimde tuttuğu dudaklarını işaret ettim ve "Batıl bu şeyler batıl" dedim.
Apartmandan çıkarken taşları etrafa savurduğum anı, bir annenin bebeğinden ayrılması kadar acı bir şeymiş gibi izliyordu Asya. Dayanamayıp sırıttığımda ise hala aynı ifadeyle bakıyordu taşların savuruluşuna.
"Oh kurtulduk. Hadi yürü market kaçar(!) erkenden gidelim."
"Dalga geçme... Hem ayrıca ben sürekli üzülüyorsun diye senin için o taşları almıştım."
Sanırım şu dakikalarda vicdan yapmam gerekiyor. Ya da hafif bir hüzünle elini tutup teşekkür mü etmeliyim? Yok bu seçeneklerin herhangi birini değerlendiremiyordum maalesef, tek yaptığım sırıtmaktı ve koluna girdiğim gibi "Üzüldün mü sen üzülüyor olmama taze kardeşim benim.." dedim. Fakat bunu ciddi bir üslupla veya hüzünlü bir tonla söylediğimi düşünürseniz yanılmış olurdunuz...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sadece İki Ay
General FictionOysa ne çok ağlamıştım buraya geldiğim için, ne çok kızmıştım babama. " Bu bir tür sürgün! Benden kurtulmak mı istiyorsunuz" haykırışları ile nasıl da nefret kusmuştum. Fakat hayat böyle bir şey sanırım. Sürprizleri en umutsuz dolu anlarda koyuyordu...