Beş. Tam beş gündür Jorge'yi görmemiştim. Bir beş gün daha araya girmişti. Okula da pek gitmemiştim. Gittiğimde de o yoktu zaten. Dersler neredeyse bittiği için annem pek sorun etmemişti. Benim için endişeleniyordu. Diğer herkes gibi.
Bu defa anlatmamıştım ona. Aslında... Kimseye anlatmamıştım.
Diego beni görmeye geliyordu. Her geldiğinde de elinde bir şeyler oluyordu. Çiçekler, çikolatalar, ayıcıklar... İyi olduğumdan emin olmak istiyordu. O biliyordu olanları. Sonradan öğrenmişti anladığım kadarıyla. Jorge'nin anlatmasına biraz şaşırmıştım. Gerçi Diego'yla oaylaşıyordu yaşadıklarını bunda iyiydi çünkü içinde yaşamıyordu böylece. Diego ise ilk üç gün her geldiğinde ne olduğunu ona anlatabileceğimi, belki yardımcı olabileceğini söyledi durdu. Ama zorlamadı yine de. Sonra da sormayı bıraktı. Pek de konuşmadı o konu hakkında. Beni güldürmeye çalışıyordu. Fran'la ikisi yemeğimi yediğimden emin olduktan sonra resmen palyaçoluk yapıyorlardı.
Aslında Diego'da yüzüme bakmaz sanıyordum ama neyse ki yanımdaydı.
FLASHBACK (önceki gün)
Dünden pek farklı olduğum söylenemezdi. Hala elimde telefonum, ekranda onun ismini görmeyi bekliyordum.
Kapım çalındığında cevap vermedim. Her kimse nasılsa girecekti. Fran ilk gün kapımın anahtarını almıştı ki bir daha kitleyemeyeyim. Hatta gece de benim yanımda yatmıştı.
''Selam!'' diyen neşeli bir Diego ile karşılaştığımda şaşırmamıştım. Zaten her gün gelmişti ve olmadığı zamanlarda da arayıp mesaj attı. Muhtemelen benim yanımda olmadığında da Jorge ile beraberdi. Ne kadar iyiydi...
''Merhaba.'' diye mırıldandım.
''Ben daha sesli bir selam beklerim ama.'' diyerek arkasından çıkan Lodovica'ya döndüm. Mechi'yi bu sabah zar zor göndermiştim zaten. Kimseyle konuşmak istemiyordum. Tamam, iyi değildim ama insanların bana acımasına da ihtiyacım yoktu. Sadece... Artık biraz yalnız kalmak istiyordum. Olanları sindirmek, her ergen kız gibi odamdan çıkmayıp hüzünlü şarkılar dinlerken ağlamak ya da boş boş durmak istiyordum. Bunu hakkımı benden alamazlardı değil mi?
Cevap vermeden telefonuma bir kez daha baktım.
Ardından ''Hoş geldin.'' dedim çok da sesli olmayan bir şekilde.
Aradan onların konuştuğu ve benim pek dinlemediğim bir yirmi dakika geçtiğinde Lodo'nun telefonu çalmıştı. Kim olduğunu bilmiyordum. Merak da etmemiştim açıkçası. O çıktıktan sonra Diego yanıma oturup elimi tuttu.
''Melek. Lütfen.'' dediğinde yüzüne baktım.
''Neden benimle konuşmuyorsun? Ya da Mechi'yle, Lodo'yla. Annenle, Francisco ile? Konuş lütfen. Ağla, bağır bize. Bir tepki ver ama artık, lütfen.''
Ah evet. Ağlamak istiyordum ama ağlayamıyordum. Sanki göz yaşlarım bitmişti.
Cevap vermeden gözlerine bakmaya devam ettim. ''Neden benimle konuşuyorsun?'' diyebildim sonunda.
''Ne? Anlamadım. Ben... Neden konuşmayım ki? Yanında olmak istiyorum.''
''Neden? Neden işte? Ben... Çok kötü biriyim. En yakın arkadaşın o. Ona yaptıklarım...''
''Hey! Hey! Saçmalama.'' Sözümü kesmişti. Benimse gözlerim dolmuştu. Ve muhtemelen bu duygu belirtisine sevinecekti.
''Gel buraya.'' diyerek göğsüne çekti beni. Yüzümü göğsüne yapıştırdıktan sonra gözyaşlarımı serbest bıraktım. Başımı okşadığında daha da ağlamaya başlamıştım. Bir ara kapı açıldı gibi geldi ama her kimse bizi görünce çıkmış olmalıydı.