50.BÖLÜM: "ERVAH-I BAKİYE"

1.3K 103 140
                                    

...Hiç bir ölüm bu kadar ölümsüz olamazdı.

Her şehir farklı kokardı. 

İzmir, buram buram deniz kokardı... 

İstanbul, huzursuz bir huzur... 

Ankara...

Sanırım bu şehrin kokusunu saatlerce anlatabilirdim, bu şehrin ruhunu bıkmadan betimleyebilirdim. Ankara ağır bir özlem kokuyordu, o kadar ağırdı ki özlemi  burnum sızladı. Özleminin arasına gurur da serpiştirilmişti.  Sebebi belliydi. 

Kim Gazi Paşa'yla gurur duymaz, yokluğunda kim  özlem çekmezdi ki?

Sabahın erken saatleriydi ve Ankara'ya yeni giriş yapmıştık. Uzay ve Ayda İzmir'den yola çıktıktan üç saat kadar sonra  verdiğimiz mola da arka koltuğa sızmışlardı. Tolunay saatlerdir gözlerini yoldan ayırmıyor, elindeki tenekede ki enerji içeceğini içiyordu. 

Kafamı koltuğa yasladım, uykumu tam alamamıştım gözlerimden uyku akıyordu. Tolunay'ın yandan profilini uykulu gözlerle inceledim, yüzünde ciddi bir ifade vardı, gözlerinin kenarları kırış kırış olmuş, dudakları düz bir ifade almıştı. 

"Ne kadar kaldı?" sesim mırıltı gibi çıkmıştı. 

Tolunay, enerji içeceğini dudaklarından ayırınca göz ucuyla bana baktı, "Çankaya'ya gidiyoruz, biraz daha yolumuz var." dudaklarında bir tebessüm filizlendi. "Sen uyu." 

"Ne zaman döneceğiz?" 

Uykulu uykulu soru soruyordum, gözlerim kapanmamak için direniyordu. 

"Bir iki gün," dedi ve belli belirsiz bana baktı. "Ama hayatında asla unutamayacağın bir iki gün olacak, söz veriyorum." 

Dudağımın kenarı kıvrıldı. Verdiği sözleri tek tek tutan bir adama aşık olmuştum, her geçen gün, her verdiği sözde daha da fazla aşık oluyordum. 

İçimden bir ses, Ankara'nın bizim için dönüm noktası olacağını söylüyordu. 

İyi mi? Kötü mü? 

Bilinmez... 

***

Hayatımın devamını merak ediyordum. Omuzlarımdaki yükten kurtulmuştum.

Ben o yükler olmadan  yaşamayı bilmiyordum. Sanki bir yanım hep eksik kalacaktı onlar olmadan. Varlıklarına nasıl alıştıysam yokluklarına da öyle alışmalıydım.

Saatlerdi otel odasının boş tavanına bakıyordum. Hissizdim. İçimde her hangi bir duygunun kırıntısı dahi yoktu. Kaşlarımı çattım ve elimle saçlarımı karıştırdım. Hep bir duygu hissederdim. Şimdi?

Gözlerimi arabada kapatmış, otel odasında açmıştım. Saat gece yarısını geçmişti. Yatakta tektim, kafamı otelin balkonuna çevirdim, Tolunay dimdik durmuş, ileriye bakıyordu.

Üzerimdeki ince pikeyi kenara  attım, saçlarımdaki toka çıkarılmıştı, önüme gelen siyah saçlarımı geri attım ve ayağa kalktım. Çıplak ayaklarımda balkona doğru yürüdüm, sürgülü kapısını çekerek açtım ve balkona girdim.

Tolunay geldiğimi anlamıştı ama bana bakmamıştı. Yanına doğru ağır adımlarla yürüdüm. İçine çektiği gri dumanı dışarı üfledi, dumanın Ankara'nın gecesinde süzülüşünü izledim.

Tolunay'ın izlediği manzaraya bakınca dudaklarımda tebessüm oluştu.

Otelin manzarası direkt olarak Anıtkabir'di.

"O gece," Tolunay sigarasının dibini küllükte söndürdükten sonra kolunu belime sardı. "13 Kasım gecesi," aklıma o gece dank etti. Benim kaçtığım gece. Sırtımı yasladığım göğsü nefes aldığı için yükseldi.  "Anıtkabir'e ziyarete gelmiştim.  Dönerken Uzay aramıştı," güldü. "Onur'un bir işler peşinde olduğundan bahsetmişti, bu yüzden İzmir'e gelmiştim." Dudaklarını saçlarıma bastırdı. "Beni buldun ufaklık..."

AY'IN GECESİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin