Yağız...
İsmini yazarken bile kalbimi titreten adam...
Durdum. Heyecandan kalbim titriyordu. Ellerim ona eşlik ederken, kelimelerime yansıdı.Kağıdın üzerinde duran şekilsiz harfler birbirine geçmiş gibiydi. Yazmak istediğim duygularım da tıpkı ona benziyordu. Şekil vermek istesem de tüm şekillerim kayboldu. Yazmaya başlamadan önce böyle olacağını zaten biliyordum. Ben aşkımı doğru düzgün dile getiremezken bir de yazmak...
Zihnimde sıralanan kelimeler, boğazıma dizilmiş gibi nefesimi kesti. Kuruyan boğazımı ıslatmak için yutkundum. Kalemi tekrar kağıda dokundurdum.
Nasıl başladı bilmiyorum...
Seni ilk gördüğüm an değildi. Zaten o kadar basit de değil.Bir çarpışma ile olacak veya bir kez göz göze gelince tutulacak bir aşk değil bu... Yavaş yavaş kalbime işlenen artık vazgeçmesi imkansız olan...Sana duyduğum aşk satırlara sığmayan, kalbimden taşıp göğüs kafesimi zorlayan. Ellerimden önce ruhumu titreten...
Ne yazıyorum diye sakın şaşırma; çünkü ben de bilmiyorum ama cümlelerim de tıpkı benim gibi... Darmadağın ve yarım... Yine de yazmaya devam etmek istiyorum. İçimde sana duyulan ne varsa ortaya çıkmak için uğraşıyor çünkü...
Hayatın anlamını toprak altına gömünce toprak üstünde olmak önemini yitiriyor. Ölüler gömülenler midir? Yoksa geride kalanlar mıdır? Cevabı meçhul. Yaşadığım hayat,hiç yaşanmamış gibi. Altı yıl... İki kelime sığdırılıp kolayca söylenen altı yıl... Yazarken bile o kadar kolay ki. Peki ya yaşarken... Yaşarken hiç kolay olmadı. Altı yıl boyunca aldığım tek nefes acı oldu. Geçen her günde biraz daha öldüm. Anılar beni bir bir terk etti, uykum gibi. Geceme eşlik eden tek şey kabuslardı sonrasın da ise kalbimi yerinden söküyormuş gibi hissettiğim sancı ve boğazıma oturan hıçkırıklarım oldu. Her günüm böyle geçti. Her saatim ölüme eşti. Ailemden sonra aldığım nefesi hissedeceğimi hiç düşünmedim. Seni hissedene kadar...Görmekten bahsetmiyorum. O çok başka bir şey. Hissetmekten bahsediyorum.
Hissetmek... Görürken değil uyurken bile hissetmek...
Ben seni öyle hissettim. Derinden...Seni sevdiğimi kendimden sakladım ama kalbimden saklayamadım. Mantığım almadı. Çünkü iki düşmanın birbirine aşık olmasını bırak bir araya gelmesi bile imkansızdı. Sen benim imkansızımsın... Belki hala imkansızsın benim için. Ama bugün imkansız olarak çizdiğim çizginin bir adım daha ilerisine geçtim. Birileri bu yola girerken intikam alacağın adamın oğluna aşık olacaksın deseydi söyleyen kişiyi öldürebilirdim. Nefretim o kadar büyüktü işte... Ama şimdi bak;sana mektup yazıyorum. Belki mektuba benzemedi satırlarım, zaten ne yazdığımı da bilmiyorum... Ne yazdığımı bilmiyorum ama senin bana neler yaşattığını çok iyi biliyorum; gözlerine her baktığımda nasıl kaybolduğu mu... Bana her gülümsediğinde nefesimin nasıl kesildiğini.... Ömrün dediğinde ömrümün nasıl eridiğini ve sana nasıl aşık oluşu mu... Sen beni yaşarken girdiğim mezarımdan çıkardın. Önemsiz olan kalp atışlarımın ne işe yaradığını, aldığım nefesin nasıl bir his olduğunu, yaşamanın nasıl bir şey olduğunu gösterdin...
Yağız...Ben sana aşığım...Sadece ismine değil...
Ben...Arya Eryaman... İntikam için girdiğim yolda... Yağız Arıkan'a aşığım...
Yazmaya devam etmek istesem de kağıdın üzerine damlayan ve giderek alanını genişleten gözyaşlarım yazmama engel oldu. Kalemi elimden bıraktım. Okumaya cesaret edemediğim için katlayıp Kerem'e yazdığım mektubun üzerine koydum.
Ellerim hala titremeye devam ediyordu. Sanki kaç saattir koşmuşum gibi düzensiz nefes alıp veriyordum. Bir aşkı yazmak bile bu kadar zorken ben bu aşkı yaşıyordum. Yağız sayesinde.Nasıl oluyordu aklım almıyordu. Aynı aileden olan üç kişi... Nasıl oluyordu da hepsi bana farklı hisler yaşatabiliyordu. Nefret. Sevgi.Aşk. Hepsi de oldukça güçlü duygulardı. Hepsi de birbirinden farklıydı. Ve ben bu güçlü üç duygudan da vazgeçemiyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKE
General Fiction"Sen bana nefretle bakarken ben seninle ailenden sana kalan en değerli mirasmış gibi sahiplendiğin çayı içmeye can atmaya başladım. Evden nefret eden ben evin mutfağında çıkmıyordum artık. Bıraksam kendimi mutfakta uyuyacaktım, seni daha fazla göreb...