Sakın onu üzme lütfen...
Kulağıma ışık hızı ile ulaşan ses, kendi ses tonumu alarak, boşluğumun uçurumlarında oluşan keskin kayalıklara, her seferinde aynı sertlikte çarpıyor, yankılanan tiz ses geri dönerek düşüncelerime saplanıyordu.
Sakın onu üzme lütfen...
9 yaşında bir çocuğun sadece bir aya yakın bir zamanda tanıdığı biri için abisine kafa tutup akıl verecek kadar olan sevgisiydi ve bu çocuk abisine hayrandı.
Sakın onu üzme lütfen...
Kazanılmak için hiçbir çaba sarf edilmemiş, kalpten gelen, yalana boyanmamış masum sevgi sözcükleri. Ben bu sevgiyi hak etmiyordum. Ben bu çocuğun masumluğunu hak etmiyordum. Sadece ben değil esas beni bu hale getirip canavarlaştıran Kemal Arıkan da bu masum çocuğu hiç hak etmiyordu. Ses düşüncelerim arasında yankı yapmaktan yoruldu. Cümleler kıyıda bir köşeye pustuğu an da kelimelerim zorda olsa dile geldi.
" Kerem." Dedim. Diğer kelimelerin cümle kurulabilmesi için konuşma kapısını açan kilit gibi." Ve Yağız bey." Yutkundum. İkisi de bana bakıyordu. En derinden, oldukça dikkatli. Gözlerim ikisi arasında gidip gelirken hiç acele etmiyordu. Boğazıma kadar gelen hıçkırığı bastırmak için tekrar yutkundum. Şimdi konuşmazsam bir daha ağzımı açabileceğimi hiç sanmıyordum. Derin bir nefes aldım."Bu ev de bana çalışanmış gibi davranmadığınızı biliyorum. Bunun için ikinize de teşekkür ederim. Aramız da olan patron ve bakıcı kavramını aşarak biraz fazlasını yaşadık. Bazen bakıcı olduğumu unutup öyle davrandım, bazen de patron olduğunuzu unuttum. Bana olan davranışlarınız gerçekten bir kızın hoşuna gidebilecek davranışlardı. Canım acısa da hoşuma gittiği gerçeğini inkar edemem. Ama hepsi bu kadar. Hepsi buraya kadar. Daha fazlası yok. Ne daha fazla bu duyguları yaşamaya hakkım var, ne de sizin bana bu duyguları yaşatmaya hakkınız. Bu gün ne yaşanabilirse yaşansın. Bu günden sonrası ise artık durun. İkiniz de buna son verin."
Söylenmeden önce düşünmeye fırsat bulamadığım cümlelerim için, söylendikten sonrasında da üzerin de düşünmeyi reddediyordum. Yalan, yanlış, gerçek, ima, anlaşılır, anlaşılmaz düşünmedim. Kısacası; Artık beni rahat bırakındı. Ve anladıklarına emindim. Çaydan yardım dilenir gibi yudumladım. Kalbimin sakın beni bırakmayın haykırışlarını görmezden geliyordum. Kalp her zaman doğruyu söyleyeceğine artık inanmıyordum.
Aynı kalp ailemi kaybettiğim zaman, üzüntüyle parçalara ayrılmış gibi hissettirip acı çektirmemiş miydi?
Aynı kalp Kemal Arıkan'ın ailemi öldürdüğünü öğrendiği zaman, öfkeyle dolup intikam istememiş miydi?
Aynı kalp Yavuz Kurt ihanetini öğrendiği zaman, her şeyi yok edip güveni de kaybetmemiş miydi?
Bunları hissettiren, bu duygularla boğulmama sebep olan kalpti. Düşüncesiz, mantıksız, alakasız davranan benim kalbim. Bu yüzden duygularla hareket etmemeliydim.
Kalp atışlarının duyulabileceği kadar sessizlik oldu. İçten itiraz çığlıklarının bakışlara karışarak hava da uçuştuğu sessizliği, Yağız'ın çalan telefonu bozdu. Yağız masadan kalkıp giderken gözleri gözlerim de bekliyordu. Ceketinin cebinden aldığı telefonu açarak kulağına götürdü. Hiç konuşmadan karşıdan gelen konuşmayı dinlerken sandalyesine tekrar oturdu.
" Bugün olan tüm görüşmeleri iptal et." Emir verici ses tonu itiraz istemeyen sert cümlelerle dolu olsa da yüzümde dolaşan bakışların anlamını çözemiyordum. Kızgın... Nefret... Şefkat... Sevgi... Aşk... Sitem...
Evet. Sitemdi sanki. En çokta bu duyguyla dolu gibiydi. Sanki yıllardır tanıdığı bir arkadaşın ya da çok sevdiği sevgilinin sözlerine kırgınlık gibi duruyordu. Ya da hepsi olmasını istediğim için anlam yüklenerek uydurulmuş duygularımdı. Bilmiyorum. Bildiğim tek şey bu bakışların süresi uzadıkça kalbimde olan etkisinden dolayı fazlalık gibi hissetmeye başladığım ellerimi, karma karışık olan düşüncelerimi nereye koyacağımı şaşırdığımdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKE
Ficción General"Sen bana nefretle bakarken ben seninle ailenden sana kalan en değerli mirasmış gibi sahiplendiğin çayı içmeye can atmaya başladım. Evden nefret eden ben evin mutfağında çıkmıyordum artık. Bıraksam kendimi mutfakta uyuyacaktım, seni daha fazla göreb...