(28-06-2021 bölümü düzenliyorum. Bitince yeni bölüm yazacağım)
Kafamın içinde ki düşüncelerin birbiriyle bağlantısı yoktu sanki. Her bir düşünce kendi krallığını ilan etmiş bağımsızlık bayrağını baş ağrısı olarak hissettirmek istiyordu. Ne kadar yol almıştım, şimdi neredeydim ya da ne kadar yolum kalmıştı hesabı yoktu. Sonsuzluk içinde sonsuza doğru yuvarlanıyordum. Her bir yanıma dikenler bata bata yuvarlanıyordum. Arada kafama taşlar mı değiyordu yoksa kulağıma çığlıklar mı yer ediyordu bir tanım yapamıyordum. Tanım yoktu ama sıcaklığını en derinden hissediyordum. Dışarıdan görünmeyen ama içimde açılan yaranın sıcaklığını. İçimde kanayan bir yara vardı. Üzeri toprakla örtülmüş olsa bile iyileşmeyen bir yara...Ve bu yaraların en acısıydı.
Güneş batarken ben de batıyordum. Gökyüzünden yavaş yavaş yeryüzüne inen karanlık içimi de aynı yavaşlıkta kaplıyordu. Sesimde onunla birlikte karanlığa gömülmüş gibiydi. Arabanın camını aşağı indirirken derin nefes aldım.
Önümde uzanan yola bakıyordum. Saçma, garip ama bir o kadar da güzel hissettiren alışverişi bitirmiş Kerem'i okuldan almaya gelmiştik. Ama arabadan inmedim. Yağız'ın halime bakıp arabayı bir daha bana vermez düşüncesi ile şoför koltuğuna yapışmıştım sanki. O yüzden Kerem'i almak için Yağız inmişti arabadan. Ben onları arabada bekliyordum. Bekleyiş değildi de bu sanki biraz sonra gideceğimiz yer için kayboluş gibiydi. Bir yere daha gitmemiz gerekiyordu ve bunu için Yağız'a o kadar ısrar etmiştim. Harika bir fikir olmasa da o an çok da kötü gelmemişti. Ama şimdi...Tüm hücrelerim bu fikrin pişmanlığı ile can çekişiyordu.Belki de gitme fikrinden vazgeçmeliydim ama yine her şey de olduğu gibi bunda da artık çok geçti. Yola çıkmıştım bir kere dönüşü yoktu.
Üzerime çöken ağırlığı dağıtmak ister gibi elimi yüzüme sürüp saçlarımı geriye doğru taradım. Ruhuma fatiha okumuşum da yüzüme sürüyormuşum gibi. Başım bedenimle çelişiyordu sanki tonlarca beden büyük geliyormuş gibi ağırdı ama açtığım camdan esen rüzgar içimde yanan ateşi serinletmiş gibiydi.
Okula doğru çevirdim başımı. Yağız okuldan çıkan Kerem ile yanyana yürüyordu. El ele değillerdi. Zaten bu ikisi için el ele tutuşmak çok garip kaçardı. Arkalarında bir kişi daha vardı. Burak öğretmen. Konuşmuyorlardı ama konuşsalar bu kadar etkili olmazlardı. Bakışları birbirlerine meydan okur gibiydi. İkisinin yüzünde de farklı duygular vardı. Yağız'ın yüzünde kıskançlık, Burak öğretmenin yüzünde gizli bir nefret. Bir yanım gördüğüm ana sahip çıkıp kalbimi pır pır attırırken, diğer yanım alayla kahkaha attı. Öyle gürültülü bir kahkahaydı ki suratı asıldı. Aslında belki de ikisinin de yüzünde gördüğüm o duygulardan eser yoktu. Öyle olmasını istediğim içinde öyle görüyor olabilirdim. Ya da neyse neydi. Cevap aramayı bıraktım çünkü aklım karşımda duran üç adamda değil birazdan gideceğimiz evdeydi.
Ailemin ölümünden sonra yaşadığım ev de. Gizli mabedim de... Sığınağım da...
Bakışlarım Kerem'de takılı kaldı. Çünkü diğerlerine bakamadım. Birkaç saniye önce aklımdan geçen düşüncelerin mahcubiyeti vardı. Biraz önce de üç adam mı demiştim. Aslında iki adam bir çocuktu ama Kerem'de büyümüşte küçülmüş bir hayat yaşadığı için o da adam sayılırdı. İki kapı aynı anda açılıp örtüldü. Üç ses aynı an da yankılandı.
"Arya."
"Arya abla."
"Arya..."
Zaten darmadağın olan kafam allak bullak olmakta gecikmedi. Şaşkınlıkla kaşlarım çatıldı. Kime bakacağımı bilemedim. Kararsızlığımı bir saniye bile sürdürmeden ardıma döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TEHLİKE
Ficção Geral"Sen bana nefretle bakarken ben seninle ailenden sana kalan en değerli mirasmış gibi sahiplendiğin çayı içmeye can atmaya başladım. Evden nefret eden ben evin mutfağında çıkmıyordum artık. Bıraksam kendimi mutfakta uyuyacaktım, seni daha fazla göreb...