Sınav bittikten sonra ikinci derste Büşra hoca ders işlemeyeceğini, sınav kağıtlarını okuyacağını bizim de sessiz olmak şartıyla serbest olduğumuzu söyledi.
Sınav kağıtlarını okumaya başladığı henüz beş dakika bile olmamıştı ki bizim kızların fısıltısı yükselmeye başladı. Hoca bu kez herkesin konuşmak yerine açıp kitap okumasını söylese de kitaplar açılmasına rağmen hala fısıltılar devam etmişti.
Büşra hoca başını kaldırdı, bir kaşı havada gözleriyle şöyle bir sınıfı süzdü, bakışlarını fark edenler sessizleşip kitaplarına tekrar dönse de Büşra hocanın bu bakışı ardından keskin bir cümle geleceğinin habercisiydi."Anlaşıldı." dedi elini masaya bir kez vurarak. "Herkes kitapları kapatsın ve beni dinlesin." diye devam etti tahmin ettiğim gibi keskin ve ciddi.
Sınav kağıtlarını kaldırıp çantasına bıraktı, biz de kitaplarımızı hemen kapatıp pür dikkat onu izliyorduk. Ardından öğretmen sandalyesinden kalkıp öne doğru geldi ve her zaman ki gibi öğretmen masasının üstüne oturdu, siyah feracesini ve aynı renkteki örtüsünü düzenleyip bize doğru bakarak daha fazla ciddi kalamayıp hafifçe gülümsedi, bizim gözümüz hala ondaydı.
"Size jest yapayım dedim serbest bıraktım ama olmadı o yüzden ders anlatacağım siz de beni dinleyeceksiniz."
Hoca sözlerine devam edecekti ki Gülsüm dayanamayıp araya girdi.
"Hocam lütfen hemen ders anlatmayın, sınav sonrası kafamızı toparlamadan ders işlemek hiç verimli olmuyor."
"Ben de öyle düşünmüştüm Gülsümcüm ama şansınızı kaybettiniz." dediğinde sol kaşı tekrar havaya kalkmıştı.
"Hocam?" dedim biraz çekinerek.
Bana döndü, gülümsedi.
"Efendim Mukaddes.""Bari ders öncesi bir kıssa daha anlatsanız derse motive olsak olmaz mı? Zaten kıssalarınız da ders gibi..."
Fikrimi kızlar beğenmişti, sınıf toplu halde bana katılıp kıssa için ısrar edince Büşra hoca kıramayıp kabul etti.
"Aslında kabul etmemeliydim ama öyle olsun bakalım, pekala o zaman iyi dinleyin.
Peygamber (s.a.v.) devrinde bir savaşçı, savaş meydanlarında aydınlık Allah yolu uğruna düşmanla çarpışmak için sıcak yuvasından ayrılmak üzere karısıyla vedalaşırken ona şöyle der:
"Karıcığım, ben dönene kadar sakın evden ayrılma."
Kocasının bu sıkı tembihine harfi harfine ayak uydurarak evden dışarı çıkmayan sadık kadın, çoluk çocuğu ve ev işleri ile meşgul oladursun. Bir gün öz babasının hasta döşeğinde ölümle pençeleştiği haberini alır. Babasına gitsin mi, gitmesin mi? Bir yanda "Evden dışarı çıkma" diyerek savaş meydanında düşmanla cenkleşen kocasının sıkı tembihi, bir yanda da hasta döşeğinde ölümle pençeleşen öz babasının hasta haberi: Biri evinin ve çocuklarının babası ve bir ömür boyu aynı yastıkta hayatını paylaşacağı eşi; diğeri de varlığına sebep olan ve dinimizin kendisine öf bile demeyi doğru bulmadığı babası.
İşte kadın bu iki kişiden birini tercih etme fikriyle bunaldığı mesele hakkında, dince en doğru olan hareketi öğrenmek için Peygamber'e bir elçi gönderir. Sevgili Peygamberimizin sözü şudur: "Kocanızın emrine uyun."
Kadın, belki de bir çözüm yolu bulunur diye bir iki defa daha gönderdiği elçi aracılığıyla Peygamberden aldığı cevap yine aynıdır: "Kocanızın emrine uyun."Bunun üzerine kadın, babasının hastalığı karşısında onun ziyaretine bile gidememenin derin üzüntüsünü yüreğine gömerek, "Dinimizin emri buymuş" deyip kocasının emrine uyar ve evden dışarı çıkmaz. Bir süre sonra da son bir defa göremeden babası ruhunu teslim eder. Kocasına bağlılığın en faziletli örneğini veren kadın bu acı habere de göğüs gererek yine evinden dışarı çıkmaz ve olanca gücüyle sabredip katlanır. Tâ ki kocası gelene kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kalem ile Kelepçe
Spiritualİslam, aşk, mizah ve aksiyon dolu bir kitap... "Hayır! Lütfen kelepçe takmayın! Ben kaçmam zaten, lütfen takmayın." "Sana uzat elini dedim!" diye sert şekilde tekrar etti memur. Onun tekrarına karşı bende tekrar rica edip takmamasını istedim ama d...