38. [Parmaklıklar]

8.8K 1.1K 230
                                    

Hayatımda ilk defa nezarethane görüyordum ama görmemeyi yeğlerdim, görmeye değer bir yer ya da merak edilesi bir yanı yoktu. Kısa bir koridoru, koridorun sonunda küçücük bir penceresi vardı. Tek bir pencere temiz hava için bile küçük kalırken güneşi neredeyse hiç almıyordu. Ortamda ağır bir koku hakimdi, kasfetli havası ile koku birleşince mide bulandırıyordu.

Koridorun sağında ve solunda iki bölmeli yaklaşık dört metrekarelik demir parmaklıklar vardı. Duvarlar kiri gizlemek istercesine griye boyanmıştı. Sağ taraf kadınlara sol taraf erkeklere ayrılmıştı.

İçerdekilerin kimisi ayakta parmaklıklara yapışmış karşı parmaklıktakilerle konuşurken kimisi duvar dibindeki bankta sessizce oturuyordu. Polis memurunu ve beni fark edenler sessizleşip dönüp bana tepeden tırnağa bakmaya başlıyorlardı.

Parmaklığa doğru yürüdükçe daha çok ağırlaşan koku istifra etmeme sebep olacak diye burnumu ve ağzımı tutuyordum. Bunu gören sol taraftan genç sesli bir erkek bağırdı.

"Hey fıstık n'oldu buranın kokusunu beğenmedin mi?"

Dönüp söyleyenin kim olduğuna bakmak şöyle dursun cevap verme tenezzülünde bile bulunmadım. Ama o konuşmaya daha doğrusu ayyaş olduğu yüzüne bile bakmadan sesinden çok net anlaşılan kişi bağırmaya devam etti.

"Boşuna burnunu kapatma güzelim, buranın kokusu üstüne çoktan sindi bile. Sen de artık bizdensin." diye alaycı alaycı gülüp beni sözleriyle ona karşılık vereyim diye kışkırtmaya çalıştı ama ben yine cevap vermedim.

Polis memuru sağ baştaki bölmenin önünde durdu. Cebinden çıkardığı üzerinde ondan fazla anahtar olan anahtarlıkla kapıyı açtı ve eliyle bana içeriyi işaret etti.

Ayaklarım geri geri gitsede içeriye girmek zorundaydım. Adımımı atar atmaz içeride bir başka kişinin olduğunu anca o an fark edebildim. Zaten aşağı yukarı üç veya dört metre karelik alana ait sadece bir tahta bank bulunan yerde bir başkası daha yanımda kalacaktı.

Benim ardımdan kapıyı hızlıca kapattı, demir parmaklıkların sesi duvarlara çarpıp yankı yaptı. Öyle hızlı kapattı ki ürperip dönüp çaresizce kapıya baktım.
Kilitlediği gibi hızlı adımlarla nezarethaneyi terk etti.

"N'oldu bee korktun mu Gonca?" dedi.
Memurun beni kapattığı yerde ki orta boylu balık etli kadın. Makyajdan gerçek yüzü gözükmeyen, bacak bacak üstüne attığı için mini eteği daha da minileşen, sıfır kol bluzunun neredeyse göbek deliğine kadar inen dekoltesiyle hemcinsim olmasına rağmen beni bile bakmaya utandırıyordu. Ağzında ki sakızı çiğnerken bir yandan da sarı saçıyla oynuyordu.

Sessizce baktım ona.
O an kendi halime üzülmek dışında kadının hayatının aldığı mecburiyete de üzüldüm.
"Gonca mı? Benim adım Gonca değil." dedim duvarın köşesine geçip kollarımı göğsüme birleştirdikten sonra sırtımı duvara yaslayarak.

"Ayol adın gonca demedim ki zaten. Yani açılmamış taze çiçek manasında belli ki el değmemiş koklanmamışsın sen. Ürkek ve korkaksın. Utanma kız gel şöyle otur yanıma bee. İki laflayalım."

"Hayır ben böyle iyiyim teşekkür ederim. Zaten çok kalmayacağım suçsuz olduğumu anlayınca hemen çıkaracaklar beni."

Ağzını yaya yaya kahkaha attı.
"Ayol burda ki herkes suçsuz olduğunu söylüyor ama kimse ayakta durmuyor. Gelsene be otur kız yanıma, yemem seni korkma ben erkeklerden hoşlanıyom." dedi tekrar kahkaha atarak. Bir yandan da sakızını patlatıyordu.

Düştüğü nezarethanede yanında hayat kadınının denk gelmesi de ancak benim gibi bir şanssıza yakışırdı. Kalıp onunla uzun uzun konuşmayı, belki hayatının bir köşesine dokunabilmeyi, iyileştirebilmeyi isterdim ama o belli ki bu yolda çok yürümüştü onu döndürmek için uzun kalan bir nezaret arkadaşına ihtiyacı vardı ama o ben değildim. Parmaklıklara yapışıp kapıya doğru bağırmaya başladım.

Kalem ile KelepçeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin