Sona 2 kaldı!
Ve ben bugün sizi azıcık üzmeye geldim. Dilim keyifli okumalar demeye varmıyor. Her şey bitmeden kalplerimiz son bir sıkışacak maalesef. Bakarsınız sonunda güzel günler gelir :) Ama önce... yansın buralar!
E.Ç.
**
Alevler tüm dünyayı yuttuğunda geride bir biz kalacağız el ele.
****
When it all goes up in flames
We'll be the last ones standing
We'll be the last ones****
Leylim'in hırkasının tek kolu boşlukta sallanıyordu. Tişörtü ters, çoraplarının teki eksik, ayakkabıları birbirinden farklıydı. Farkında değildi hiçbirinin. Farkında değildi kendinin, kim olduğunun, ne olduğunun. Yaşam onun dahil olmadığı bir zaman diliminde kendi kendine akıyordu o an. Çalan telefonuyla gecenin bir yarısında uyandıktan sonrası hiç var olmamıştı sanki. Burak'ın söyledikleri, Leylim'in annesiyle babasının odasına koşuşu, yarım yamalak üzerlerine geçirdikleri kıyafetlerle arabaya binip zeytinliğin yolunu tutmaları...
Şimdi o zeytinliğin tam önündeydi Leylim. Paralel bir evrenden izler gibi görüyordu etrafında olanları. Kasabalıların koşturmacasını, kırmızı bir güneş gibi gecenin ortasında parlayan itfaiye sirenlerini, Toprak'ın delirmiş gibi talimatlar savurmasını, Burak'ın yakarışlarını, Ece'nin göz yaşlarını... Tüm dünya çalkalanırken bir Leylim duruyor, bir o kaskatı bekliyordu. Adım atsa da gideceği yönü bulamazdı. Sağ, sol, doğu, batı hepsi dünyanın çekirdeğinde kavuşmuştu o an. Ve çekirdek alev alev yanıyordu.
"Neden içeri girmiyorlar?" diye bağırdığını duydu Toprak'ın. "Neyi bekliyorlar hala?" Bir kolunu abisi, diğerini Kerem tutuyor olmasa kimseye laf anlatmaya çalışmaz, doğrudan eve dalardı şüphesiz. Ama o evden geriye koca bir iskelet kalmıştı. Öyle ki itfaiyeciler bile hortumlarını bırakıp yangına dalmaya yeltenemiyorlardı. Kasabalılar, köylüler ellerindeki bidonlar, kovalar, hortumlarla ateşten bir dev karşısında küçücük kalmışlardı. Peki enkazın içine sıkışmış onca ruh... Can... Cemre... Ruhi dede... Ayşe kadın... Rıfat abi... Lale'yle Ali... Ayça teyzeyle Duru... onlar ne haldeydi?
Leylim dünyanın ayağının altından çekilmesine karşı koyamadı. Kimse fark etmemişti bile yere kapaklandığını. Aynı anda çatıdan kopup yangını söndürmeye çalışan itfaiyecilerin ve kasabalıların üzerine düşen kalas onun bedeninde yaşanan depremden bin kat beterdi. İnsanlar canını kurtarmak için kaçışırken Leylim yok olan zeytinlik gibi parçalanıyordu anbean. Ne önemi vardı ki? Onun Can'ı, Cemre'si, ruhu, kalbi, geçmişi, geleceği, her şeyi küllere karışırken ne anlamı vardı ayakta kalmasının?
Bugün bitse, bir şekilde güneş doğsa, hayat diğerleri için devam etse de bir daha asla doğrulamayacağını biliyordu Leylim. Bedeni eriyor, ellerinin altındaki toprağa uzuyordu kökleri. Seslerin yükseldiğini, bağırışların şiddetlendiğini işitse de tepki veremedi. İnsanlar bir arı sürüsü gibi eve doğru meylettiğinde bile hemen anlamamıştı bir şeyler olduğunu. Fakat sonra, kızıl canavarın kolları arasında bir karaltı gördü Leylim de.
İşlevsiz bacaklarına kan dolmuştu anında. Ayağa fırlayıp insanların arasına karışması sadece saniyeler sürdü. Tüm gücünü yitirmiş kolları kalabalığı ite kaka yol açıyordu şimdi. Ve sonunda herkes durduğunda onların önüne geçmeyi başarmış, o karaltının ne olduğunu görmüştü Leylim.
Ayşe kadındı bu. Ali kucağında, Lale eteğinin dibinde... Yüzleri isten simsiyah, kıyafetleri yırtık, bedenleri yara bere içindeydi hepsinin. Ama hayattaydılar işte. İtfaiyeciler üzerine koştuğunda Ayşe kadın daha fazla dayanamadı ve taşıdığı oğluyla dizleri üstüne düştü. Anında sarmalamıştı eller etraflarını. Biri Ali'yi kucakladı, bir başkası Lale'yi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomanceDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...