Eğer o olsaydı, bilmez miydim?
But if it was true, if it was you
Don't you think, don't you think I would know?
Amnesia: every memory fades away till it's gone
Where did you go?
Amnesia: everything to nothing
No 'we' anymore, she's a stranger that I used to know..........................
Nefes al. Nefes ver.
Hayat bundan ibaretti işte. Bilinçsizce başladığın ve şuursuzca son verdiğin her an sonsuz opsiyona bölünürken sen yaptığın tercihlerin yükünü sırtlayarak bir noktadan ötekine ulaşmaya çalışıyordun. Ne başına gelenler zamanın akmasına mani oluyordu ne de sen takılı kalabiliyordun bitmesin dediğin anda. Değişmek göz kırpmak gibiydi. Her şey eviriliyor, sen başkalaşıyordun o kısacık karanlıkta. Işık bir ten mesafesindeydi aslında ya renkler sürükleniyor, gündüzler geceye dönüyordu her uykuda. Ve yaşam bu denli fütursuzca devam ederken insan duruyor, insan izliyordu uzaktan. Elleri bağlı, gözleri kapalı, dili tutuktu. Emanet bir bedenin içinde, sonsuz bir aleme karışmayı umuyordu ruhu. Bir gün son nefesle birlikte yokluğa akacak, o an geldiğinde tüm tercihler birleşip tek bir çizgi olacaktı.
Kader...
İşte bu çizgiye böyle diyordu insanlar. Toprak onun adına kurgulanmış bir hayatı yaşama düşüncesinden oldum olası rahatsız olmuştu. O ana kadar defalarca kez yolun dışına çıkmaya çalışması bundandı. İçinde bulunduğu andan kurtulabilirse hayatına istediği gibi devam edebileceğini biliyordu. Bir kez kaderi yenmeyi başarmıştı. Sahi başarmış mıydı? Öyleyse neden şimdi de aynısını yapamıyordu? İçine sıkıştığı anın duvarlarına çarpa çarpa her yanı morarmış, ona rağmen devam etmenin tek bir yolunu bulamamıştı. Belki de ilk kez kaderini kabullenmekten başka çaresi olmadığını hissediyordu. Geçmişi de geleceği de kapanmış, sapabileceği tüm yollar tutulmuştu.
Derin bir nefes alıp ellerini dizlerine koydu. Kalbi kulaklarında atıyor, ciğerleri göğüs kafesini parçalamak istercesine tenini zorluyordu. Koşuya çıkalı bir saati geçiyor olmalıydı ve hala enerjisinin onda birini bile atamamıştı. Bir fabrika gibi çalışan beyni durmak isteyen bedenini yok olmanın eşiğine doğru sürüklüyordu. Doğrulup tişörtüyle gözlerine giren terleri sildi ve o gün hiç olmadığı kadar öfkeli görünen denizi izledi. Esen rüzgar Toprak'ın tüylerini diken diken etmişti. Biraz daha hareket etmeden kalırsa hastalanacağını biliyordu. Umurunda değildi.
Yeniden koşmaya başladığında dinlediği müziği de değiştirmişti. Şimdi Justin Timberlake'ten Amnesia çalıyordu kulaklarında. She is a stranger that I used to know diye tekrarladı Toprak düşüncelerinde. Bir zamanlar tanıdığı bir yabancıydı sadece o. Tıpkı şarkının dediği gibi... Hatırlamıyordu Toprak. Hatırlamak istemiyor, bu lanetle yaşamaya katlanamıyordu. Onu bu buhrandan kurtarabilecek tek ilacı bulduğunu zannetmişti. Çilek tadında, bahar kokulu bir rüyaydı onu kaderin değişebileceğine inandıran. Oysa aynı çizgide ilerlemeyi sürdürüyor, yolun sonu sanki her an biraz daha uzaklaşıyordu.
Kime daha kızgın olduğunu bulamamıştı. Onu karanlığa sürükleyen Selen'den nefret etmesi yerinde olurdu. Burak'a indirdiği yumrukla zaten sinirinin bir kısmını çıkarmayı başarmış, geriye acımayla karışık kekremsi bir duygu kalmıştı. Cemre'yi anlamaya çalışıyor, yine de kızın balo salonundan koşarak çıkışı aklına geldikçe öfkelenmeden edemiyordu. Sonunda her şeyin baş nedeni olarak suçu kendinde yüklemeye karar vermişti. Selen'i hayatına sokan da bir türlü çıkaramayan da oydu. Cemre'nin aklındaki soru işaretlerini bile bile kıza elini uzatmış, daha kendi attığı adımın arkasında duramazken ondan kararlı olmasını beklemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
RomanceDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...