Leylim oldum olası hastanelerden nefret etmişti. O buz gibi, gri duvarlar, kusurları saklamak istercesine ışıl ışıl parlayan fayanslar, mavi önlüklü hayaletler ve koca, plastik bir dünya... Hepsi ona sonu berbat bitecek düşük bütçeli bir korku filmini çağrıştırıyordu.
Hayatında sadece bir kez daha sabahlamıştı bu koridorlarda. İlk kez ölümün varlığını da yine o zaman hissetmişti. Henüz on yaşına yeni basmış olmalıydı o talihsiz gece yaşandığında. Kaza haberi geldiğinde Cemre ve Burak'la sahilde oturuyorlardı her zamanki gibi. Çocuk akılları el verdiğince bunun ne anlama geldiğini yorumlamış, bisikletlerine atladıkları gibi hastanenin yolunu tutmuşlardı.
O gün bu koridorda Cemre'yle birlikte tutmuştu Burak'ın elini Leylim. Büyükler ağlarken onlar sapasağlam durmuşlardı arkadaşlarının yanında. Sabaha kadar iyi bir haber alma umuduyla kapanan gözlerini açık kalmaya zorlamışlardı. Burak'ın babasının ölüm haberi geldiğinde duyduklarına itiraz ederce Cemre hala sıkı sıkı tutuyordu Burak'ın elini. Oysa Burak'ın babası gitmişti ve o zaman Cemre'nin oturduğu koltuk şimdi bomboştu.
Leylim derin bir nefes alıp oturduğu yerden kalktı. Düşüncelerine katlanamadığı her an bir kaçış umuduyla ayaklanıyor, sonra değnekleri aklına geliyordu. Toprak yaslandığı duvardan ona yardım etmek için ayrılınca Leylim eliyle durmasını işaret etti. Herkes birbirinden perişan haldeyken kimsenin onun için üzülmesine katlanamıyordu.
Saatler geçmiş, ameliyathaneden Cemre'yle ilgili iyi ya da kötü bir haber çıkmamıştı. Kazayı duyup gelenler koridorun dört bir köşesinde sessizce dua ediyorlardı yılmadan, ama umutlar her saniye karanlığa kayıyordu. Leylim ağlamaktan göz yaşlarını tüketmiş, Ece Umut'un omzuna bayılmış, Burak sakinleştirici iğnenin etkisiyle boş bakışlarını ellerine dikmişti.
Tüm bunların arasında herkesin yüreğini en çok dağlayan Ruhi Dede'nin göz yaşlarıydı kuşkusuz. Torunu için attığı feryatlar hastaneyi inletirken dede daha fazla dayanamayıp fenalaşmış, Levent'le Ayça hemşirelerin yardımıyla onu odalardan birine yatırmışlardı. Ruhi Dede şimdi uyuyordu, oysa Toprak ameliyathanenin kapısına diktiği gözlerini bir an bile kırpmamıştı. Herkese her şeyi anlatan oydu. Levent karşısına çıktığında Cemre'yi haksız yere suçladığı için bağıran da, Can'a olanları haber veren de...
Kan gerektiğinde düşünmeden öne çıkmış, hemşireler dinlenmesini söylediği halde işi biter bitmez koridordaki köşesine geri dönmüştü. Doktorları durduruyor, hemşireleri yoldan çeviriyor, Cemre'yle ilgili iyi tek bir haber duyabilmek için debeleniyordu. Tüm dünya bir kıyamete doğru sürüklenirken ayakta durmaya çalışan bir tek oydu sanki. Kendini affedebilmek için delice çırpınıyor, ama ıslak gözlerindeki karanlık kaybolmuyordu.
Kerem hemen yanında ayakta, Mert ve Duru ise az ilerideki banktaydı. Ölümün böyle tuhaf bir gücü vardı işte. Son bir özür için insanları nasıl da bir araya getiriyordu. O soğuk koridorda beklerken düşmanlar birbirini avutur, kavgalılar aynı duada birleşir olmuştu. Ayça ayaklarını sürüye sürüye geldiğinde belki de ilk kez Cemre için göz yaşı döküyordu. Alper Abi'nin yanından geçerken uzun uzun adama bakmış, ama dudaklarından tek kelime dökülmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BAHAR UYKUSU
Любовные романыDaha beş yaşındayken uykusunda evini yakan bir kız. Bir uyurgezer. Beş yıl sonra eve dönen genç bir adam. Ege. Zeytin bahçeleri. Lise hayatı. AŞK. AŞK. AŞK. Arkadaşlar. Dostlar. Düşmanlar. Büyük bir sır. Korkunç bir entrika. Kırılan kalpler ve kırı...