Bölüm 2.7

452 54 11
                                    

Gölgelerde saklananların oyunu başladığında hayatta kalmak istiyorsan seçimini yap. Avcı mısın yoksa avlanan mı...

*******

Who's in the shadows?
Who's ready to play?
Are we the hunters?
Or are we the prey?

********

"Tamam." dedi Levent gerçek hislerinin sesine yansımamasına gayret ederek. Telefonu neredeyse kıracak kadar sıkıyordu. Dişleri çekilmiş, tüm bedeni aldığı haberin etkisiyle kasılmıştı. Ayça'nın hattın diğer ucundan kulaklarına ulaşan neşesi damarlarında giderek artan bir baskı yaratıyordu.

Karısı "Gelecek misin?" diye sorduğunda yalandan "tabi" dedi. Genzini yakan bu öfkeden kurtulabildiğinde elbette gelecek, bir türlü yakasından düşmeyen düşmanının hayata nasıl tutunduğunu kendi gözleriyle görecekti. Ayça onun öfkesini hissetmemiş olacak hala Levent'in bilmek istemediği detaylar vermeye devam ediyordu. "Can'ı bugün odaya çıkarabileceklerini söylediler. Uzun bir tedavi görmesi gerekecekmiş tabi, ama en azından hayata döndü ya şükürler olsun!"

Ya, şükürler olsun... diye geçirdi Levent içinden. "Ayça, kapatmam lazım şimdi. Birkaç işim var. Halledip hastaneye geleceğim."

Ve karısının cevabını beklemeden telefonu kapadı. Aynı anda tüm hırsıyla arkasındaki masaya tekme atmıştı. Ağzından çıkan haykırış duyduğu nefretin binde birini bile yansıtmıyordu. Hırsını alamayınca bu kez masadaki eşyaları yere döküp isimliğini duvardaki çerçeveye fırlattı. Mağazadaki satışçı kız korkuyla koşup geldiğinde onu da kovaladı Levent. Karşısına çıkan ilk insanı öldürecek kadar kendini kaybetmişti o an.

Etrafındaki tüm mobilyaları tekmelese, ofisi yakıp külleri denize savursa yine rahatlayamayacaktı. Hışımla ceketini alıp kendini sokağa attı. Yine lanet olası, günlük güneşlik bir gündü. Sahte bahar tenini acıtan soğuğu gizleyemediği gibi Levent'in öfkesini de dindirmiyordu.

"Alo Yasemin!" dedi telefonu kulağına götürüp. "Evde kal, sana geliyorum."

Dünya üzerinde gitmeyi seçebileceği tüm yerler arasında onu sakinleştirebilecek tek bir tanesi varsa o da genç kadının yatağıydı. Yasemin'in evine doğru sürerken ne altından akan yolu ne de karşısına çıkan arabaları fark ediyordu Levent. Nerdeyse üç kez kazadan kıl payı kurtulmuştu kısacık mesafede. Önemi yoktu. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu.

İlmek ilmek ördüğü planı bir çorap gibi sökülüyordu daha tadını çıkarmaya bile fırsat bulamadan. Dede hala komada olsa da Can gözlerini açmıştı. Bir lanet gibi tırnaklarını bu dünyaya geçirmiş, Levent'in kaderiyle oynuyordu. Felç kaldı demişti Ayça onun için. Doktorların umut var dediğini de eklemişti. Bu baş belası çocuklar söz konusu olduğunda hep umut oluyordu zaten bir şekilde. Cemre de geçirdiği kazadan kurtulmayı başarmıştı, Can da... Ne kadar zehirlersen zehirle ölmek bilmeyen iki haşereden ne farkları vardı ki? Levent'in hak ettiği hayat bir adım ötesinden ona göz kırparken bir gölge gibi üzerine çökmüşlerdi.

"Allah belanızı versin!" diye haykırdı Levent direksiyonu bir kez daha ve bir kez daha yumruklarken. As sonra Yasemin'in tepedeki evine varmamış olsa muhtemelen bir ağaca geçirecekti. Neredeyse düşerek arabadan inip sinirini önce kapıdan sonra da bahçe demirlerinden çıkarmaya devam etti.

"Levent?" dedi onu gördüğü an yüzündeki güller solan Yasemin. "Ne oldu? Yoksa Can'a..."

"Can domuz gibi." diye tersledi Levent salona geçip. Üzerindeki ceketi yırtarak çıkarmış, sandalyelerden birine fırlatmıştı.

"Hayatım ne oluyor?" dedi Yasemin narin elleriyle ona uzanıp. Levent o an kadının naifliğine bile tahammül edemiyordu. Kendini ondan kurtarıp içki dolabına ilerledi ve kadehe doldurduğu viskiyi kafasına dikti. Uyuşturucuyla düşüncelerini dondurmadıkça bu berbat günün izlerini zihninden silebileceğini sanmıyordu. Baktığı her yerde Can, Cemre ve Ruhi Dede vardı. Kahkahaları Levent'in kulaklarını zehirliyordu sanki. Yasemin'in dehşet dolu bakışlarına aldırmadan bardağı duvara fırlatıp bağırdı.

BAHAR UYKUSUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin